Tek Tipleşen Komedi Sinemamız Nereye?

Sinema salonlarımız belirli dönemlerde ciddi badireler yaşadı. Bu badirelerin bir kısmını atlatmış olsa da bazı badireleri atlatamamanın verdiği tıkanmışlık duygusu ile topallama emareleri gösteriyor. TRT’nin çok kanallı yayıncılığa başlaması, video kasetler yolu ile ev sinemasının artan ivme ile gündelik hayatın bir parçası haline gelmesi, özel televizyonlar ile birlikte gelen çok çeşitlilik, internetin yavaş yavaş küresel bir etki halkası kurması ile birlikte kendini sürekli yenileme ihtiyacı yaşayan sinemamızın bu daimi mücadelesi, belirli türlere mahkum kalmasına yol açtı. Melodram, komedi ve kısmen animasyonun başı çektiği bu türler içerisinde pastadaki en büyük dilimi hiç şüphesiz komedi türünden yapımlar almakta. Gişede patlama meydana getiren mizah türü filmlerin önde gelen yüzlerinin pek çoğunun TV kökenli isimlerden oluşması da enteresan bir anekdot. Popüler Kültür dediğimiz kavramın önemli sac ayaklarından olan televizyon ekranındaki acımasız rekabet, toplumda önceleri karşılığı olmasa dahi yavaş yavaş kendine yer bulmaya başlayan değişik bir mizah türünü meydan getirdi. 80’lerde salonlardan tamamen kopan, 90’larda iyiden iyiye TV ekranına angaje olan sinema izleyicisi içerisindeki sosyal dağılım oranı bir hayli değişti bu süreçte. “Politik mizah olmalı mı olmamalı mı” konusunu tartışırken, günümüzdeki mizahın toplumda herhangi bir karşılığı olup olmadığı sorusu düştü birden gündemimize. Sosyal medya üzerinden kısa videolar ile tanınan sanal alemin aşina simalarının (Enes Batur filmleri ve Kafalar Karışık haricinde) sinemamızda geniş hacimli rağbet gören örneklerinden söz etmemiz ise şu an için pek mümkün değil.

Şahan Gökbakar’ın başrolde yer aldığı, Togan Gökbakar yönetimindeki “Recep İvedik 6” örneğinden gidersek, skeç tadında, durum komedilerinden beslenen yapımların beyazperdede neden büyük bir ilgiyle karşılandığına dair fikir yürütmek gerekiyor. Serinin beşinci filmi, 1990 sonrası yerli sinemamızda en çok izlenen film unvanını elde ederken serinin önceki filmleri de uzun süre kapalı gişe oynadı. İzlemekten büyük keyif aldığımız bir TV dizisinin veya komedi programının, düzenleyici ve denetleyici kurumların etkisindeki beyaz camın kısıtlarının ortadan kalktığı sinema salonunda daha atraksiyon dolu ve bol argolu haliyle izleyici karşısına çıkacak olması, özellikle genç kitlede büyük bir merak oluşturuyor. Bununla birlikte, kalabalık ortamlarda burun kıvırdığı halde böylesi filmleri izlemekten de geri kalmayan entelektüel bir kitle de mevcut. Bu izleyişin salt merak ile açıklamayacağını belirtmeye gerek yok sanırım. “Kullan ve at” esasına göre işleyen televizyon sektörü ile film dünyasının bu denli iç içe girişi, sinemanın klasik hikâye yapısına büyük bir darbe vurdu. Yeşilçam’ın komedi klasiklerinin pek çoğunun toplumla olan ilişkisi ve hatıralarda yer edebilirliği ne kadar yüksekse, yeni mizah algımız bir o kadar mesafeli. Karikatürize tiplerin sentetik dokusu, beyazperde koşullarında dahi fazlasıyla sırıtıyor. Fakat tüm bu olumsuzluklara rağmen, izleyicinin bu tür yapımlara koşa koşa gitmesi ve filmlerin gerçekten de çoğu kez seyirciyi güldürebilmeyi başarmaları, ya toplumsal deşarj olma ihtiyacımızın bir hayli yükseldiğine ya da ilgimizin sinemanın sanatsal değerini bir kenara koyup salt eğlendirme yönüne kaydığına dalalet ediyor.

“Recep İvedik 6” filminde, arkadaşı Nurullah ile birlikte Konya yerine yanlışlıkla Kenya’ya giden Recep İvedik’in başından geçen olaylar zinciri anlatılıyor. İzleyicinin yoğun rağbetini yakalama konusunda elde edilen bariz bir başarıyı gölgelemek doğru bir durum olmaz. Zaten bu yazının odak noktasının “Recep İvedik 6” filminin güldürmeyi başaran akışı değil, komedi sinemamızın tek tipleşen yapısı olduğu da ortadadır. Gişeyi, Recep İvedik serisi ve benzeri filmlerin beslediği gerçeği de açık bir şekilde ortada dururken.

Hikâyenin bittiği noktadan sonra can siperane bir şekilde bel altına sığınan mizahın da tükenme noktasına ulaştığı görülmekte. 70’lerin sonunda benzer tükenmeyi, müstehcen komedilerin işin sonunda gerçek pornoya geçişiyle birlikte acı bir şekilde gözlemlemiştik. Hayatla olan irtibatını keserek ilerleyen mizaha olan ilginin şu haliyle sadece birkaç popüler isme indirgendiğini görebilmek zor değil. Hatta bu birkaç isim dahi zamanla bir iki isme kadar indi ve inmeye de devam ediyor. Örneğin filmlerinde hikaye anlatımına önem veren komedyen Cem Yılmaz’ın son filmi Karakomik Filmler gişede arzulanan performansı gösteremedi. Arif V 216 ve Ali Baba ve 7 Cüceler filmlerinde de benzer bir durum yaşanmış idi. Tam da bu noktada tek tipleşme konusu devreye giriyor. Cem Yılmaz’ın özellikle yukarıda bahsi geçen filmlerde benzer temaları işlemesi, fantastik olaylara ve nostalji kavramına fazlaca takılıp kalması da gişe düşüşünde bir etken elbette. Bununla birlikte iyi kötü de olsa bir hikaye doğrultusunda ilerleyen komedi filmlerinin izleyici nezdinde geri planlara alınması ile birlikte Recep İvedik ve türevlerinde görülen anlık reflekslere dayalı mizahın açık ara tercih edilmesi komedi sinemamızı sadece deşarj misyonuna sürüklüyor ve bu sürüklenme sadece belli isimlerin ilgi odağı haline gelişine de yol açıyor. Dolayısıyla, izleyicinin kredi açmayı kabul etmediği isimlerin oynadığı komedi filmlerinin çoğunun, yapımcıları için bir batığa dönüşmesine anbean tanıklık ediyoruz. İzleyicinin, kolay ve en kısa yoldan şişirilmeye çalışılan ceplerin ağır kokusundan yükselen sulu komedilere bu yoğun ilgisinin şu an için tükenmesi de pek mümkün görünmüyor. İzleyici dağılımında genç kitlenin ezici üstünlüğü de ciddi bir etken.

Gülme ihtiyacımızın basit ilkel dürtülere dayandırılarak karşılanması ile meydana gelecek seviye düşüklüğünün, sadece tek bir türle sınırlı kalmayacağını, diğer türlere de bir hastalık gibi bulaşacağını gördük ve ne yazık ki görmeye devam ediyoruz. Sinemayı besleyen ana damarın TV sektörü olmasının önüne bir set çekmek adına, endüstriyelleşememiş film sektörünün bu ihtiyacının ne kadar hayati olduğunu gösterecek sayısız tecrübeye rağmen olayı hala akışına bırakmak ne büyük trajedi. Evet, hepimizin gülmeye ihtiyacı var. Fakat gülmenin de kendine göre bir duruşu olmalı. Özellikle binlerce yıllık hikâyesi ve gelişmiş bir mizah anlayışı ile birlikte hayatı anlamlandırma konusunda üstün bir metaforik beceriye sahip olan toplumumuz söz konusu olduğunda.

1986 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden 2008 yılında mezun oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli film atölyeleri ve akademi çalışmalarına katıldı. Çeşitli kurumsal firmalarda sürdürdüğü profesyonel iş yaşantısı ile birlikte 2012 yılından bu yana Film Arası Dergisi’nde film kritikleri ve çeşitli sinemasal araştırmalar yazmaktadır. Aralık 2013 döneminden itibaren derginin Yayın Kurulu Üyesi’dir. İngilizce bilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir