Uçan Süpürge’de Paneller Günü!

Uçan Süpürge Vakfı tarafından T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü desteğiyle düzenlenen 26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kötü hava koşullarına rağmen hafta sonuna yoğun ilgiyle başladı. Festival bugün film gösterimleri, söyleşiler ve panellerle geçecek.

26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde bugün film gösterimlerine ücretsiz olarak gerçekleşecek Kadınların Eğitim ve İstihdam Hakkı adlı panel ve Belmin Söylemez’in ustalık sınıfı eşlik edecek.

Kadınların Eğitim ve İstihdam Hakkı adlı panel bugün saat 14.00’da Zeynep Atakan moderatörlüğünde Prof. Gülay Toksöz, Doç. Dr. Emel Memiş ve Prof. Dr. Reyhan Atasü Topçu’nun katılımıyla Goethe Enstitüsü’nde gerçekleşecek. Panelde kadınların eğitime ve istihdama katılamaması, kadınların çalışma ve eğitim hayatlarında karşılaştıkları eşitsizlikler, yaşanan sorunlar ve tüm bunlara dair yapılabilecekler tartışmaya açılacak.

Festivalde bugün Büyülü Fener Kızılay Sineması’nda 11.30 ve 14.00 seanslarında Belmin Söylemez: Şehirde Kainatı aramak bölümü izleyicilerle buluşacak. Bıyık, ZAP!, Dalgalar, Pencereler, Hayatımın Fotoğrafı, 34 Taksi, Bugün İstanbul Ne Kadar Güzel ve Bilge Olgaç ve Öğrencisi adlı kısa ve orta metraj belgesel filmlerinin yer aldığı bölüm izleyiciyi Belmin Söylemez sinemasında geçmişten günümüze bir yolculuğa çıkaracak.

Gösterimler sonrasında Belmin Söylemez saat 16.00’da Goethe Enstitüsü’nde düzenlenecek ustalık sınıfında sinemaseverlerle bir araya gelecek. Belmin Söylemez, bu yıl festivalden adına ödül aldığı Bilge Olgaç’ın sinemasındaki önemini, sinemaya bakışını, kurmaca filmlerinde dahi çok net bir şekilde hissedilen gerçeklik olgusunu anlatacağı ustalık sınıfında 25 yıla uzanan kariyerindeki tecrübelerini aktaracak.

Festivalde günün bir diğer söyleşisi ise 21.30’da gösterimi yapılacak Meksikalı yönetmen Lila Avilés imzalı Totem sonrası gerçekleşecek. Yedi yaşındaki kız çocuğu Sol’ün hem aile fertleri hem de doğayla ilişkisini dokunaklı bir şekilde anlatan film, ölüm, kayıp ve hayat üzerine derin gözlemleri doğal bir akış ve karmaşık karakterlerle yakalıyor. 2022 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışan ve festivalin favorileri arasında gösterilen filmin yönetmeni Lila Avilésfilme dair merak edilenleri yanıtlamak üzere gösterim sonrasında Büyülü Fener Kızılay Sineması’nda olacak.

Festivalde bugün saat 11.30’da ise 2022 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Annie Ernaux’nun yazıp anlattığı ve oğlu David Ernaux-Briot ile birlikte yönettiği Super-8 Yılları / The Super 8 Years, 14.00 seansında ise  bu yıl Berlin Film Festivali ana yarışmada izleyiciyle buluşan, Alman edebiyat dünyasının en önemli şairlerinden Avusturya doğumlu Ingeborg Bachmann’ın hayatını anlatan usta yönetmen Margarethe von Trotta imzalı Ingeborg Bachmann – Çölün Kalbine Yolculuk / Ingeborg Bachmann – Journey Into The Desert beyazperdede olacak.

16.30 seansında dünyaca ünlü Amerikalı fotoğrafçı ve aktivist Nan Goldin’in hayatına ve kariyerine dair başarılı bir retrospektif sunan Laura Poitras imzalı Hayatın Tüm Acıları ve Güzellikleri / All the Beauty and the Bloodshed ve Laura Mora Ortega imzalı Latin Amerika’nın darbeler tarihinden kapitalistlerin arka bahçesine uzanan tarihinin de kimleri etkilediği üzerine çarpıcı sert bir portre çizen Dünyanın Kralları / The Kings of the World gösterilecek.

Oyuncu, senarist ve yönetmen Angela Schanelec’in geçtiğimiz aylarda dünya prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandığı Müzik / Music ve Bask yönetmen Estibaliz Urresola Solaguren’in 2023 Berlin Film Festivali ana yarışmada prömiyerini yapan kendine farklı isimlerle hitap edilmesinden hoşnut olmayan sekiz yaşındaki bir çocuğun ailesinin yanında kendi benliğini keşfetme hikâyesini sunan filmi 20.000 Arı Türü / 20,000 Species of Bees 19.00’da izleyicilerle buluşacak.

Marusya Syroechkovskaya’nın 12 yıllık bir sürede çektiği, onlarca ödül sahibi belgeseli Ölü Bir Arkadaşı Kurtarmak / How To Save a Dead Friend ise 21.30’da Büyülü Fener Kızılay Sineması’nda perdede olacak. Film, kişiselden yola çıkarak Putin Rusyası’nın kırılgan ve toplumun kenarında yaşayan bireyler üzerinde yarattığı geleceksizlik hissi üzerine akıldan çıkmayacak bir portre çiziyor.

Festivalde Dün!

Festivalde dün sinemaseverlerin film gösterimleri ve sonrasında gerçekleşen söyleşilere ilgisiyle geçti. Dünya prömiyerini 2022 Toronto Film Festivali’nin Keşif Bölümü’nden yapan, ulusal ve uluslararası festivallerde ödüllere layık görülen Merve Dizdar’ın başrolünde yer aldığı Kar ve Ayı gösterimi sonrasında yönetmen Selcen Ergun ve oyuncu Asiye Dinçsoy’un katılımıyla bir söyleşi gerçekleşti. Selcen Ergun mecburi hizmet nedeniyle atandığı köyde kendini erk ilişkilerinin, sırların ve kuşkuların arasında bulan bir hemşireyi konu alan filmin fikrinin 2018 yılında oluşmaya başladığını söyleyerek “Film birkaç kanaldan beslendi aslında. Bunlardan bir tanesi o dönem giderek benim daha fazla hissettiğim genç bir kadın olarak bu dünyada var olma hali. Üzerimize bir ağır bulut gibi çöken, tam böyle ismini koyamadığımız ama yorgunluk veren bir his. Dışarıdan bize karşı beslenen biraz düşmanca bir his belki hissettiğimiz şey. Bir ikincisi de yine aynı dönemde bizim insan olarak doğaya ve onun bütün varlıklarına karşı kendimizi nasıl konumlandırdığımız. Nasıl kendimizi dünyanın merkezinde ve sahibi gördüğümüz ve aslında her şeyi kendimizde hak gördüğümüz gibi iki kanal. Düşündükçe bunların birbiriyle örtüştüğünü fark ettim. Belki de bu hisleri benim kendi hayatımda günlük yaşadığım bu durumları nerede olduğunu bilemediğimiz bir kasabaya, onun mikrokozmosuna koyup, aslında daha görünür, elle tutulur, hissedilir kılmaktı. Aslında burada gördüğümüz kasabaya giden genç hemşirenin hikayesi, Türkiye’deki birçok kadının hikayesi, hepimizin hikâyesi aslında. Bu ülkede ve dünyada var olma hali,” dedi.

Filmi festivalde ikinci kez izlediğini söyleyen Asiye DinçsoyBen ilk senaryoyu okuduğumda çok beğenmiştim. Şavşat’ta çektik filmi, oranın atmosferi çok etkiledi beni. Şimdi izlediğimde bir kez daha fark ettim ki insan olarak kendimizi konumlandırdığımız yer, o suçluyu başka yerde arama hali ve doğayla bir türlü barışamamış o halimiz beni çok etkiledi,” dedi.

Somnur Vardar, inşaatlarda çalışmaktan başka çıkış yolları olmayan Mardinli atanamamış öğretmen Ferhat Atsız ile üniversite hayali kuran kuzeni Emrah Atsız’ı odağına aldığı, izleyiciyi işçi koğuşlarındaki yaşamlara, ücretlerini alamayan işçilerin şantiye işgallerine ve büyük bir kentsel yıkıma tanıklık ettirdiği filmi Boşlukta’nın söyleşisinde filme dair “Emrah ve Ferhat’la çekimlere başladıktan bir sene sonra yollarımız kesişti. Emrah ve Ferhat’ın filme dahil olma motivasyonları çok güçlüydü. Filme bağlılıkları devam ediyor, zaten filme çok ciddi katkıları var. Filmin özellikle İstanbul’da olmasını istedim. İstanbul bir ekosistem olarak hafıza kaybı, direniş ve yok ediliş alanı gibi. Özellikle orada kalmak istedim. Film sadece Emrah ve Ferhat’ın hikâyesi değil İstanbul’un da hikâyesi. Birinin tırnak içinde dramı ya da trajedisi gibi bir hikâye yapmak istemedim. Aslında hepimizin öyküsü bu. Seyircinin bir soru ya da duyguyla, merakla çıkması yeterliydi benim için,” dedi.

Ayna Ayna’nın festivaldeki son gösterimi sonrası yönetmen Belmin Söylemezseyircilerin filme dair sorularını yanıtladı. Söylemez, biri baskıcı babasından kurtulup özgürleşmeye, biri geçmiş travmalarının etkileriyle baş etmeye, bir diğeri ise ekonomik zorluklara rağmen tiyatrosunu ayakta tutmaya çalışan ve bir şekilde yolları kesişen üç kadını anlattığı filmde İstanbul’un da karakterlerden biri olduğunun altını çizdi ve “Önceki filmlerde de kısa filmler olsun belgesellerde de olsun İstanbul hep vardı, filmin karakteriydi. İstanbul’daki değişimin bir devamlılığı olsun istedik filmi yazarken. Kentteki değişimi bizzat yaşıyorduk. Çünkü filmde ve diğer filmlerde de bizim yaşadığımız ve İstanbulluların yaşadığı İstanbul var. İstanbul’un karakteristik merkezi mekanları var. O dönüşüm git gide daha da hoyratlaştı. Şehir sakinlerinin düşünceleri alınmadan gerçekleşen bir değişim bu. Birçok mekân kapandı, şehri tanıyamaz hale geldik. Biraz daha klostrofobik şehir olsun istedik. Barikatlarıyla, karanlığıyla olsun istedik ama ara ara da İstanbul’da ve diğer şehirlerde olduğu gibi nefes aldırsın istedik,” dedi.

Bridget Murnane hayatı boyunca bildiği yoldan şaşmayan sanatçı ve aktivist Bella Lewitzky‘nin portresini çizdiği filmi Bella’nın ikinci gösterimi sonrasında izleyicilerin sorularını yanıtladı. Bridget Murnane söyleşide, “Bella ile 1978’de Los Angeles’ta tanıştık. Hem eşiyle hem onunla çok iyi arkadaş olduk. Sonra sinema okumaya gittim ve o dönemde bir gün Bella ile ilgili bir film çekmeye karar vermiştim. Çok uzun vaktimi aldı ama sonunda çektim. Bella hem dans tarihine hem de Los Angeles’ın şehir tarihine geçmiş bir isim. Hayatını, kararlarını ve duruşunu görmek bugün çok önemli. Çünkü etkisini hissetmek isteyeceğimiz birisi. McCarthy döneminde kara listeye giren tek dansçı olduğunu da eklemek isterim,” dedi.

Estibaliz Urresola Solaguren’in filmi 20.000 Arı Türü / 20,000 Species of Bees; İranlı belgeselci Firouzeh Khosrovani’nin otobiyografik filmi Bir Ailenin Röntgeni / Radiograph of a Family; Maryam Tafakory’nin kısa filmi İran Çantası / Irani Bag; Rebecca Zlotowski imzalı Başkalarının Çocukları / Other People’s Children; Lea Glob’un yönettiği Apolonia, Apolonia; Annie Ernaux’nun yazıp anlattığı ve oğlu David Ernaux-Briot ile birlikte yönettiği Super-8 Yılları / The Super 8 Years ve Julia Murat imzalı 34. Madde / Rule 34 günün festivalde izleyiciyle buluşan diğer yapımlarıydı.

Ağustos 2010’da yayın hayatına başlayan aylık sinema dergisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir