‘Topraklarımızdaki Baba, Hasarlı Bir Kavram’

Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 51. haftasından herkese merhaba. Filmografisinde belgesel filmler bulunan kimi yönetmenler sadece bu türle sınırlı kalmayıp kısa filmler de üretiyorlar. İlk belgeseli Kadim ile, babaannesinin hikâyesi üzerinden Türkiye’nin politik tarihini, ikinci belgeseli Telvin ile müzisyen Erkan Oğur’u ve caz müziğini, son belgeseli Kimseye Etmem Şikâyet ile de ilk kez tüplü dalış yapan görme engelli Türkan Hanım’ı anlatan Okan Avcı da bu isimlerden biri. Kaya isimli kısa metrajıyla 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışan yönetmenin filminin başrollerinde Muttalip Müjdeci, Beran Soysal ve Mustafa Elikoğlu yer alıyor. Kaya, arazilerindeki sondajı bitirebilmek için devletten izin almaya çalışan bir çiftçi ailesinin hikâyesini konu ediniyor.

Kaya ile devletin koyduğu kurallarla ahlaki seçimler arasındaki çatışmayı işleyen ve aynı zamanda kariyerine oyunculuk yaparak da devam eden Okan Avcı ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.

Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Okan Avcı?

Muğla, Fethiye’de doğdum. Memur bir ailenin çocuğu olarak küçük kasabada büyüdükten sonra İstanbul’a geldim. Üniversite eğitimleri sonrasında da sinemacı olarak çalışmaya başladım. Uzun süre asistanlık ve prodüksiyon yaptıktan sonra da kendi işlerimi üretmeye başladım. Halen de yönetmenlik ve oyunculuk yapmaya devam ediyorum. Yaklaşık 6 yıldır da kendi bağımsız işlerimizi üretebilmek ve bütçe sağlamak için yürüttüğümüz bir prodüksiyon şirketimiz var.

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyonu ne kadar sürede tamamlandı?

Filmin yazım süresi için iki aşama var. Geniş bir arazide sondaj yapan bir aile fikri çıkış noktası olarak her zaman vardı fakat termal turizm bölgesi teşvikleri ile alakalı okuduğum bir yazı, ikinci aşamanın tamamlanmasına neden oldu. Bu topraklarda çok fazla tanık olduğumuz “bölgesel yatırım-rant” döngüsüne yaklaşabilme imkânı buldum. Sonrasında ön hazırlık aşaması başladı ve çekimler, post prodüksiyon süreçleri ile üç senelik bir zaman aralığına yayıldı. Ön hazırlık, çekimler ve çekimlerden sonra karşılaştığımız verimli süreç, beraber çalışma imkânı bulduğum, mesleklerinde çok önemli yerlerde olan ekip arkadaşlarıma bağlı. Hikâyenin yazım aşaması sonrasındaki süreçler için tekil şahıs olarak konuşmayı doğru bulmuyorum. Güzel bir ekip ile, güzel bir süreç yaşadık.

Filmin ortaya çıkış hikayesi nasıl gerçekleşti? Kurgusal yönü mü daha ağır yoksa gerçek hayattan esinlenerek mi oluştu?

Su fakiri topraklarda yaşıyoruz, hep beraber. Eskiden beri böyle fakat iklim krizi ile beraber çok daha fazla dile gelmeye başladı. Şu anda da sürekli gündemde. Bu yüzden tarım yapılan bölgelerde su aramak, sondaj yaptırmak, geleneksel yöntemler kullanmak çok fazla karşımıza çıkan olaylar. Suya ulaşmak için risk almak da bu süreç içinde. Sondaj yaparken kaza yapan, patlamalara sebep olan girişimlerde bulunan kişi/kişileri haberlerde okumak mümkün. Gerçek hayat kısmı bu noktada ortaya çıkıyor fakat geriye kalan tüm öykü kurgusal dünyanın içerisinden. Devlet ve baba kavramları arasındaki ilişkinin temellerine ve sonuçlarına odaklanan bir yerde yer almak için bir dünya kurduk.

Arazilerindeki sondajı bitirebilmek için devletten izin almaya çalışan bir çiftçi ailesinin hikayesini izliyoruz filmde. Devletin koyduğu kurallar ve ahlaki seçimler bu noktada ciddi bir çatışma içinde. Senaryonun çatışmalar üzerinden ilerlemesi yazım sürecine nasıl etkileri oldu?

“Devletin koyduğu kurallar ve ahlaki seçimler” dediğimiz yer çok uzun süredir, giderek artan bir şekilde günlük hayatımızın merkezinde. Kaya’da da tüm bu çatışmalı süreç bir kayaya çarpıyor. Tuncer’in de kaymakamın da, çocukların da, karayolları memurunun da mesafeli fakat kararlı adımları bu yüzden. Herkes kendi iktidarı içerisinde bir çatışma ve tercih aralığında. Bu durum da bizi bu topraklarda herkesin bir şekilde söylediği ya da duyduğu “devlet baba” kavramına götürüyor. Kaçınılmaz bir iktidar derdi getiren bir kavram bu. Topraklarımızdaki baba, hasarlı bir kavram çünkü ve bu hasar yeni baba adaylarını yetiştirmeye devam ediyor. Çözüm ihtimalleri de yaratılan baba ve baba adayları arasında gerçekleşiyor. En küçük ölçekten, en büyük ölçeğe kadar, iktidar kavgası her zaman hissediliyor. Ahlak, kural ve çıkar çatışmaları da aynı okumaların içerisinde.

Tuncer’in derdini anlatmak için gittiği kaymakam, sorunun çözümü adına adım atmak yerine tarlanın kaplıca bölgesine yakın olmasını öne sürüyor. Kaymakamın bu tutumu ise bürokrasinin içine düştüğü durumu net bir şekilde gözler önüne seriyor. Tarladaki kayayı çözümler önünde problem çıkaran bürokrasi olarak tasvir edebilir miyiz?

Devlet ve vatandaş ilişkisi üzerinden baktığımızda hepimizin günlük hayatından örnekler var aslında. Ehliyet yenilemeye gitmemiz gerekirken bile yüzümüz buruluyor. Çözüm merkezi mi, iktidar merkezi mi sorusu ortaya çıkıyor her zaman. Bu iktidar merkezinin katmanları içinde de bir pozisyona gelmek; o pozisyonu korumak için güvenli bir politika izlemek zorunda bırakıyor devlet içinde olanları. Kaymakamın da durumu bu güvenli alandaki politika içerisinde bence. Yaklaşan bir yatırım furyası ve korunması gereken pozisyonlar var. Karşılarına çıkan kaya da dengeyi bozma konusunda bir tehdit olarak ortaya çıkıyor. Manevra alanı geniş olan kaymakam da dediğiniz gibi, çözüm yerine bürokrasiyi seçiyor.

Patlamalar dolayısıyla kulak zarları patladığı için ölen kuşlarla da insanın doğa üzerinde hakimiyet kurma isteğinin acı sonuçlarına tanık oluyoruz. İnsanoğlunun doğaya olan bu zulmü sona erecek mi sizce?

Zannetmiyorum. En azından bizim göreceğimiz zamanlarda olacağını zannetmiyorum. Mamutları bile ortadan kaldıracak kadar av yeteneği geliştiren evrimsel sapiens süreçlerinin sonuçlarıyız ve iç güdülerimiz ortada. Fakat uyum içerisinde yaşamayı öğrenen ve umut veren ciddi düşünceler daha önemli halde dinleniyor şimdilerde. İklim krizi bunu ciddi sonuçlar ile karşımıza çıkıp, uyarılar yapıyor. Buna rağmen bizim kuşağımızda halen ciddi hatalar yapılıyor, keza pandemide de dünya kötü bir sınav verdi fakat tüm bu hatalar bütünü ilerleyen yıllarda dersini çalışmış nesiller ortaya çıkaracaktır diye düşünüyorum. Daha doğrusu böyle olmasını istiyorum sanırım. Tuncer’in bulduğu kuşlar da bizim zamanımızın ruhu olarak, arazide yerini alıyor. Senin de dediğin gibi, zulmün sonucu olarak.

Filmde dikkat çeken noktalardan biri de hiç kadın karakterin yer almaması. Hikayenin yapısının bunda etkili olduğu söylenebilir mi?

Devlet, baba ve erkeklerin dünyasındaki sorunlu ilişkilere ve tüm bu sarmalın keskin bir sonucuna odaklanıyor Kaya. Ortaya çıktığı andan itibaren de tüm güvenli alanları sarsmaya başlıyor. Baba ve erkek kavramlarının ciddi sorunları olan topraklarda yaşıyoruz. Bu durum tüm dünyamızı etkilemeye devam ediyor. Sadece mevcut iktidar ile bağlantılı hale getirmek de hikaye anlatıcılığının biraz kolayına kaçmak oluyor bence. Erkeğin yetiştirilme tarzında çok eskiden beri kronik sorunlar var. Çocukluğunda evin içinde vaat edildiği gibi bir güç ya da iktidar alanını dışarıda bulamayan erkekler, tüm sorunlarıyla toplumun içerisine salınıyor. Haliyle tüm bu yapı ve okumaların içerisinde kadın karakter kullanmak istemedim. Zor bir tercih fakat erkeklerin iktidar dertlerinin Kaya’ya çarpmasını diledim yazarken.

Filmde hiç müzik kullanımı bulunmuyor. Bu özel bir tercih miydi?

Başlangıçta sadece bir bölümde, Seha Okuş’un bir türküsünü kullanmak istiyordum fakat kurgu bağlandıkça, sessizliğin daha doğru olacağı iyice ortaya çıktı. Az olmanın önemi hikayeler için çok kıymetli. O yüzden de sondaj alanını saran tüm seslerden bir tasarım yapmaya karar verdik.

Kariyerinizde belgesel projeleri de mevcut. Kısa metraj ve belgesel çekmek arasında en temel fark ne sizce?

Belgesel, kendimi disiplin içerisinde tuttuğum ve hikâye anlatıcılığına yaklaşma yöntemleri geliştirdiğim en önemli alan. Anlatmayı seçtiğiniz hikâyenin belgeseli ile kısa filmi arasında gezintiler ve okumalar yapmak ise en verimli saha kendi yöntemleri içerisinde. Gerçek ve kurgu dünyası arasındaki bağlantılar için de böyle. Kısa metrajın tanımı ile sana verdiği süre limiti ve disiplin çok kıymetli. Kurduğunuz dünyanın alanını her zaman doğru değerlendirmeniz gerekiyor. Ben yapabildim mi bilmiyorum ama tanım olarak böyle okumak doğru geliyor. Belgesel için ise kurgu dünyasının dışında vazgeçilmez tek bir gerçeklik ortaya çıkıyor; dürüstlük. Anlatım alanları arasında temel bir fark var bence.

Özellikle son yıllarda insanların uzun süre bir şeylere odaklanıp izleme tahammülü daha düşük seviyelerde. Bu noktada kısa filmler de eskiye nazaran daha çok ilgi görüyor. Bu durum hakkında düşünceleriniz neler?

Yazılı metinlerde bile okumanın kaç dakika süreceğine dair bilgiler verilmeye başlandı. İzleme tahammülü kavramı mesafeli olduğum bir yer çünkü net bir okuma yapacak veriler henüz yok. Hızlandığımız kesin ama halen uzun süreli okumalar ya da izlemeler da yapılmaya devam ediyor. Hızlanan zamanın kısa filmlere ilgiyi arttırması iyi bir durum elbette fakat “kısa film” kendine has dünyasıyla üretime her zaman devam etti. MUBİ ve dijital platformların kısa filmlere yer açması çok kıymetli. Ulaşılabilir olmak çok önemli hale geliyor, mutlu da ediyor açıkçası.

Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?

Kısa film, belgesel ya da uzun metraj; hepsi kendi disiplinleri olan alanlar. Kendi adıma da bu disiplin alanları arasında sıçrama yapmaya çalışmak gibi bir durum beni ilgilendirmiyor. Anlatılmak istenen hikâye en önemli alan. Kısa film de bu alan içerisinde çok ciddi bir verimli dünya vaat ediyor. Buyurun, gelin ve anlatın diyerek. Bir yönetmen ya da sinemacının da bu alanı seçmesi beni mutlu ediyor. Film çekmek isteyenlere de güç veriyor açıkçası. Çünkü kurulan bu üretim alanları, festivallerin ya da yayın yapabileceğimiz alanların daha fazla saygı ve ilgi duymasına sebep oluyor.

İlerleyen süreç için üzerinde çalıştığınız başka bir kısa metraj projesi mevcut mu?

Kaya ile eş zamanlı yazmaya başladığım uzun metraj ile ilgileniyorum şu anda. Sonrasında uzun zamandır istediğim bir çalışma yapmak istiyorum. Behçet Necatigil’in radyo oyunlarından bir tanesini kısa film olarak perdeye taşıma niyetim var, notlarını almaya başladığım.

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir