Postmodern Bir Beyoğlu Belgeseli

1986 yılında Şerif Gören tarafından beyazperdeye uyarlanan, başrollerinde Tarık Akan, Oya Aydoğan, Erdal Özyağcılar gibi usta oyuncuların yer aldığı Beyoğlu’nun Arka Yakası; bize dönemi için postmodern bir Beyoğlu Belgeseli vaat ediyor. Haydar’ın (Tarık Akan) maaşını aldığı gün karısıyla kavga edip, kafasını dağıtmak için Beyoğlu’na gitmesiyle başlayan olaylar etrafına kurulu olan film, ana temasına Beyoğlu’nun karanlık sokaklarını yerleştirerek, Haydar’ın Beyoğlu keşfine herkesi ortak ediyor.  

Film bize geceleri hayatın durmadığı, yaşayan bir Beyoğlu portresi sunuyor. Peki, bu Beyoğlu portresinde neler var? Beyoğlu’nun gece hayatında olan her şeyi bu filmde bulabiliyoruz. Kadın satıcıları, pavyonlar, genelevler, tinerciler, travestiler, ışıklı sokaklar ve niceleri… Evet, tüm bunlarla Beyoğlu gecelerinde karşılaşmamız mümkün. Peki ya Beyoğlu Belgeseli çeken bir ekibe sürekli rastlayabilir miyiz? İşte filmi ilginç kılan nokta da tam burada başlıyor. Daha Haydar’ın Beyoğlu’na adım attığı ilk anda karşılaştığı film ekibi, Beyoğlu’nun kültürel ve tarihsel önemini vurgulayan bir belgesel çekiyor. Burada film ile filmin içinde çekilen belgesel arasında paralellik kurmamız mümkün hale geliyor ve hikâyenin bize Beyoğlu’nun eski-yeni farkını gece ve gündüz kadar keskin bir şekilde sunduğunu fark ediyoruz. Bu da Haydar’ın aslında bize Beyoğlu’nu tanıtmak için bir araç olduğu gerçeği ile yüzleştiriyor.

Film; bir yandan Beyoğlu gecelerini anlatırken bir yandan da arka sokaklarda yaşanan hayatlara ışık tutuyor. Beyoğlu’nun Arka Yakası’nda bir cinayete şahit olmak, dolandırılmak, nezarethaneye düşmek her gün her insanın başına gelebilecek sıradan olaylar olarak gösteriliyor. Tüm bu olaylar, yönetmenin gerçeklik algısını istediği yöne doğru çekebilmesine yarar sağlıyor.

Haydar’ın bu macerasında karakterin kendiyle de ilgili birçok detayı da yavaş yavaş öğreniyoruz. Haydar şık giyimli, geneleve gittiğinde bile kültürlü bir hayat kadınını seçen, yerine göre hareket etmesini bilen bir memurdur. Haydar’ın Beyoğlu’na çıktığı andan itibaren kontrolünü kaybetmesi, onun en başta Beyoğlu’na çıkması gibi verdiği yanlış kararlarla bağlantılıdır. Nitekim her hareketinde, özgüvenini geri kazanmaya çalışsa da git gide daha dibe doğru batıp, yalnızlaşacaktır. Keza askerde komutanlığını yaptığı Saatçi İbo ile ilk karşılaşmalarında ona pek yüz vermeyip, hikâyenin ilerleyen kısımlarında İbo’ya sıkı sıkıya bağlanması, Haydar’ın içinde bulunduğu yalnızlık psikolojisini de özetler nitelikte.

Yüklenmiş Resim

 

Beyoğlu’nun Arka Yakası; henüz filmin başında belgesel yönetmenin kendisine yöneltilen, “Nereden geldi aklınıza böyle bir film yapmak?” sorusuna verdiği cevap gibi “Yarı Belgesel” şeklinde devam ederken, gerçeklik duygusuna bire bir etki eden oyunculara da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Tarık Akan’ın kendi filmografisine baktığımızda o dönem için değişen çizgisi bu film ile perçinleşiyor. Pek alışık olmadığımız kendi sesini kullanma durumu da bu filmin özelinde onu bir adım öne çıkaran unsur olarak göze çarpıyor. Disko Çarli rolüyle devleşen Erdal Özyağcılar ise kuşkusuz oyunculuk bazında filmin en takdir toplayan ismi oluyor.  Yeşilçam döneminden itibaren üzerine yapışan, “üçkâğıtçı” imajı Beyoğlu’nun Arka Yakası ile zirve yapıyor ve yıllarca unutulmayacak bir performansa imza atıyor. Oya Aydoğan’ın oynadığı Konsomatris Zümrüt karakteri ise filmin en eğretisi olarak göze batıyor. Erdal Özyağcılar ile sık sık karşılıklı sahnelerde yer aldığını düşünürsek, o seviyeye çıkamadığını, bunun sonucu olarak da filmin gerçeklik duygusunu zedelediğini dile getirebiliriz.

Yüklenmiş Resim

Değinilmesi gereken bir başka konu ise filmde kullanılan müzikler. 80’li yılların müzik kültürüne dair referanslar sunan film, Ümit Besen’in I Love You şarkısından, Küçük Ceylan’ın Seni Sevmeyen Ölsün’üne kadar dönemin arabesk ruhuna ait detayları kendinden sonraki dönemlere taşıyacak kalıcı bir eser olarak da göze çarpıyor.

Haydar’ın macerası sonucunda tanıştığımız Beyoğlu’nun Arka Yakası; tüm o arabesk, ışıklı ve bir o kadar da tehlikeli yanıyla izleyenleri selamlıyor. Yönetmen Şerif Gören’in zirveyi gördüğü son iş olarak da değerlendirebileceğimiz film, hem dönemin Beyoğlu’su hakkında bize adeta belgesel anlatısı şeklinde bilgiler veriyor, hem de Haydar’ın başından geçenleri merakla izlettirmeyi başarıyor. Süreklilik konusundaki birkaç eksiğini saymazsak, dönemi için başarılı sayabileceğimiz film, 80 döneminin ışıklı Beyoğlu gecelerine özlem duyup, merak edenlerin her zaman açıp izleyebilecekleri bir film olarak ön plana çıkıyor.

Konuk Yazar: Polat Öziş

Ağustos 2010’da yayın hayatına başlayan aylık sinema dergisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir