Bu Yazı Beş Saniye İçerisinde Kendini Yok Etmeyecektir

Yüksek tempolu aksiyon filmlerinde kantarın topuzunun kaçması bir noktaya kadar makul karşılanabilir. Özellikle sinema salonu atmosferinde görmezden gelinebilecek bazı aşırılıklar filmin sürükleyiciliği içerisinde o an göze batmayabilir. Bununla birlikte, birkaç metre öteden yağan yüzlerce kurşunun bir tanesinin dahi, asla ve asla, esas oğlana isabet etmemesi, sürekli olarak kıl payı farkla kahredici bir akıbetten kurtulmak gibi hiçbir değişime uğramaksızın 20. yüzyıldan günümüze taşınan alışkanlıklar artık efsanevi serilerde dahi dudak büktürüyor. Bir televizyon dizisi olarak başlayıp beyazcamdan sonra sinema efsanesi haline de gelen Görevimiz Tehlike serisinin son filmi Görevimiz Tehlike: Ölümcül Hesaplaşma Birinci Bölüm, bundan tam 27 sene önce vizyona giren ilk filmin izini takip ediyor. Yazıya esin kaynağı olan o meşhur anonstan sonra kopan kıyametle beraber.

Seri bu kez, yapay zekaya dayalı Varlık adındaki kötücül gücün mevcudiyeti ile şekillenen distopik bir ortam içerisinde yolculuğuna devam ediyor. Dijital dünyaya sızan yapay zekaya sahip bir virüs, gerçekliği arzu ettiği şekilde değiştirme ve dönüştürme gücü ile insanlığın yapay zeka kavramına dair temkinli duruşundan kaynaklanan tedirginliğini tetikledikçe daha da korkunç bir varlık haline geliyor. Tabi bu durum izleyici için geçerli. Filmde insanlığın, kapısındaki felaketten haberi yok. Beyazperdede pek çok mekanik robota ve fantastik yaratığa kök söktüren insanlık, bu kez yapay zeka ile karşı karşıya. Ethan Hunt, soğuk savaş döneminden kalma bir dürtü ile olsa gerek, ihalenin yine üzerlerine patladığı Ruslar’a ait bir denizaltında gizemli bir sırrı keşfe çıkarken eski dinamizmini yer yer arattırıyor. Sinemanın yaşlanmayan yıldızı Tom Cruise yaşına rağmen ayakta kalmayı başarsa da serinin diğer filmleri ile kıyaslanınca durum biraz değişiyor. Özellikle serinin ilk filmindeki gibi güçlü yan karakterlerle beraber daha önce çekilmiş pek çok ajan filminin önüne geçmeyi başaran seri, bu son filmdeki zayıf yan karakterlere fena halde prangalanmış vaziyette. Hedefi tüm dünyayı ele geçirmek olan kötücül bir gücü temsil eden Gabriel, dinamizmini ya da mental gücü hissedilmesi gereken kötülüğünü yansıtmayı başaramazken sadece poz vermekle yetinilmiş bir karakter olarak tasvir edilmekte. Baş karakterin yıllara sari yorgunluğu, yan karakterlerin zayıflığı ile birleştiğinde, yaklaşık üç saatlik süre boyunca kendini bir şekilde izleten fakat en kritik noktalarda dahi tatmin etmekten uzak kalan bir film çıkıyor karşımıza.

Filmin kurgusal olarak güçlü durduğu söylenebilir. Özellikle aksiyon sahnelerindeki başarılı kamera kullanımı, kurgudaki güçlü duruş ile birleşince yukarıda bahsedilen yok artık dedirtecek olaylara rağmen sürükleyiciliğin genel itibari ile hasar almadığı bir ortam beliriyor. Film boyunca tatminsizlik duygusu ile sürükleyicilik kol kola izleyiciyi beraberinde götürüyor. Filmin Roma’da ve Venedik’te geçen sahneleri sanat yönetimi açısından başarılı bir dekor sunuyor. Bunun dışında, alışılageldik kovalama sahnelerinden bolca var. Akdeniz coğrafyasının insanı olan İtalyanlar’ın filmde biraz saf olarak tasvir edilmesi, Amerikan toprakları dışında sahneler barındıran diğer pek çok filmde olduğu gibi gerçekle pek de örtüşmeyen bir karakter tasvirine yol açmış. Konunun bizi dolaylı olarak ilgilendiren tek kısmı İstanbul’un birkaç kez anılması.

Serinin sıkı takipçilerinin ihtiyaçları neredeyse tamamen karşılanmış. Mizah anlayışından aksiyon tarzına kadar seriye sadakat tazelenmiş. Pandemi döneminde ev sinemasına mahkum kalan izleyicinin biriken ihtiyacını giderme konusunda ortalamanın üstünde bir başarı elde eden film, ikinci bölümünde de aynı yolu izleyecek gibi. Filmin bu kadar uzun tutulması gerekli miydi sorusu için ise bahsedilen aksaklıklara rağmen, sürükleyicilik sağlandıkça gereklilik konusunda olumsuz bir kanaat oluşmadığı söylenebilir.

Teknik kapasitesi yüksek bir sinema salonunda keyifle izlenecek bir film olan serinin bu son filmi, küresel ölçekli pandemi sonrası sinema salonlarına yönelen izleyicinin ayağının iyice alışması için güzel bir imkan tanıyor. Barbie ve Oppenheimer filmlerinden önce vizyona girmesi de oldukça başarılı bir tercih. Tom Cruise yaşadıkça seri bundan sonra da tam gaz yoluna devam etme eğiliminde.

PAYLAŞ

1986 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden 2008 yılında mezun oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli film atölyeleri ve akademi çalışmalarına katıldı. Çeşitli kurumsal firmalarda sürdürdüğü profesyonel iş yaşantısı ile birlikte 2012 yılından bu yana Film Arası Dergisi’nde film kritikleri ve çeşitli sinemasal araştırmalar yazmaktadır. Aralık 2013 döneminden itibaren derginin Yayın Kurulu Üyesi’dir. İngilizce bilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir