“Aydınlık İhtimali Her Zaman Var”

Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 92. haftasından herkese merhaba. Sanıyorum ki “salça olmak” sözünü olumlu veya olumsuz anlama gelecek şekilde en az bir kez kullanmışızdır. Gün içinde karşı karşıya kaldığımız herhangi bir olay ya da duruma dahil olup olmama kararını bizzat yaşayan Burak Oğuz Saguner de yeni kısa metrajı Salça ile bu haftaki konuğum. Akşam yemeği için buluşan iki çiftin, komşu apartmanda çıkan bir kavgaya kulak misafiri olmaları sonrasındaki müdahale edip etmeme arasında kararsızlığını anlatan Salça, merak ve gerilim ögesini diri tutan anlatımıyla öne çıkıyor.

Filmin yönetmeni Burak Oğuz Saguner ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.

Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Burak Oğuz Saguner?

1980’de Avustralya’nın Sidney kentinde göçmen bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldim. İki yaşımdan itibaren çocukluğum İstanbul’da geçti. 22 yaşındayken sinema eğitimimi tamamlamak için Avustralya’ya geri döndüm ve 2004 yılında Kuzey Sidney Film Okulu’ndan mezun oldum. O tarihten sonra Avustralya’nın pek çok bölgesinde görüntü yönetmeliği yaptım. 2012 yılında senarist, yapımcı, görüntü yönetmeni ve kurgucu olarak görev üstlendiğim In Autumn adlı kısa film 2013 Varşova Film Festivali’nde En İyi Kısa Film ödülü için yarıştı ve 2014’te aynı film Kanada Uluslararası Film Festivali’nde Yükselen Yıldız ödülünü kazandı. Aynı sene Avustralya’nın en önemli sinema okulu olan AFTRS – Avustralya Film TV Radyo Okulu’nda Görüntü Yönetmeliği master’ımı tamamladım ve bu sırada çektiğim Driftwood Dustmites adlı kısa film 2015’te Berlin Film Festivali’nde Kristal Ayı için yarıştı. Aynı filmle 2016’da Akademi Ödülü sertifikalı, Avustralya’nın en büyük kısa metraj film festivali olan ST Kilda Film Festivali’nde Görüntü Yönetmenliğinde Üstün Başarı ve Canberra Kısa Film Festivali’nde En İyi Görüntü Yönetmenliği ödüllerini kazandım. Vietnam, Almanya, İtalya, Yunanistan, İsviçre gibi çeşitli ülkelerde bağımsız filmler çektikten sonra 2018’de Türkiye’ye geri döndüm ve o tarihten beri görüntü yönetmenliğinin yanı sıra yönetmenlik de yapmaya başladım.

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyonu ne kadar sürede tamamlandı?

Aslında senaryonun ilk nüshasını 2019’da başımdan geçen bir olayın hemen ardından yazdım. O sırada başka bir filmimi bitirmek için uğraşıyordum. Neticesiyle senaryo 2021’e kadar bekledi. Daha sonraki süreçte Salça’nın tamamlanması yeni nüshaların yazılmasından post prodüksiyona kadar yaklaşık bir buçuk sene kadar bir zaman aldı.

Aile içi şiddet olayına tanık olan dört arkadaşın yaşadıklarını aktaran Salça, seyircinin zihninde günümüz insan ilişkilerine dair de sorgulamalara yol açıyor. Peki filminizin hikayesinin kurgusal yönü mü ağır basıyor yoksa gerçeklik payı var mı?

Filmin kurgusal yönü ile gerçeklik payı arasında yakın bir bağ olduğunu söyleyebiliriz. Az önce de belirttiğim gibi hikayenin başlangıcı başımdan geçen ve beni çok etkileyen bir olaydı. Zaman içerisinde Türkiye’de ve dünyada yaşanan çeşitli olayların ve sosyal çevremde gözlemlediklerimin de etkileriyle ortaya Salça çıkmış oldu.

Filmde aile içi şiddet ana unsur fakat buna yol açan iletişimsizlik de hikayenin ilk anından itibaren karakterlerin tanık olduğu olaylarla karşımıza çıkıyor. Özellikle günümüz dünyasının bireyselleşen ve kendi kabuğu içindeki doğrulara inanan insanoğlunun “iletişimsizlik” sarmalındaki geleceğinde aydınlık ihtimali var mı?

Aydınlık ihtimali her zaman var. Sonuçta hepimiz hem sürekli olarak kendini tekrar eden hem de sürekli olarak değişim halinde olan bir döngünün içindeyiz. Zaten bizi filmi yapamaya teşvik eden sebeplerin başında o aydınlık ihtimali geliyor. Ekip olarak, belki Salça’nın da aydınlığa varabilmek anlamında biraz katkısı olur diye umuyoruz.

Hikayenizde bir aile içi şiddet mevcut fakat hem karakterler hem de seyirci buna sadece sesle tanıklık ediyor. Hatta sesler apartmanın bir dairesinden geliyor fakat karakterlerimizin hiçbiri gürültünün kaynağını bulamıyor. Hikayenin bel kemiğini oluşturan ögenin bu şekilde sunma noktasında sizi ikna eden ne oldu?

Bu biraz başımdan geçen olayla alakalı biraz da günümüz dünyasında yaşadığımız ortam için oluşturduğu metaforla. Dünya geneline baktığımız zaman, ne yazık ki giderek totaliterleşen bir dönüşüm görüyoruz. Tabii bu bazı coğrafyalarda daha da sert yaşanıyor. Bu durumun oluşmasındaki en büyük etken şiddetin kökenini bulamamamız ya da bulmaya çalışmamamız.

Yemekte kullanılan salça ve yaşanan olaylara tabiri caizse salça olmak deyimi film bağlamında doğru konumlandırılmış durumda. Sizce çevremizde yaşananlarla karşı ne kadar sorumluyuz? Sorumluluğumuzun sınırlarını biz mi belirleriz?

Kesinlikle öyle ya da böyle sorumluluğumuz var. Şu ya da bu şekilde ufak veya büyük etkiler yaratma imkanımız da var. Sınırlara gelince, hepimizin aynı oranda bunu belirleyebilme imkanı var mı onu net şekilde söylemek zor. Sonuçta hiçbirimizin sosyal çevresi, geçmişi, algısı ve koşulları birebir aynı değil. Ancak sınırlar belirlenirken her şeye rağmen sorumluluk almamız gerekli diye düşünüyorum. Bize her “Sen salça olma” diyeni dinlemek zorunda değiliz. Bence her şey önce bunu fark etmekle başlıyor.

Kendi yaşamımızda çevremizde yaşanan olaylara karşı çıkarlarımız ve hassasiyetimiz dolayısıyla farklı biçimlerde yaklaşıyoruz. Bu da kimi zaman insani duygularımızın köreldiğini gösteriyor filminizdeki gibi. Hikayedeki karakterlerden biri olsaydınız komşudaki aile içi şiddete karşı tavrınız ne olurdu?

Bu tip durumlarda olaylara salça olunması gerektiğini düşünüyorum. En azından benim tavrım bu oluyor.

Filmin senaryosunun psikolojik ağırlığı, kendini her anında hissettiriyor. Bu durum senaryo yazım aşamasında sizi zorladı mı? Zorladıysa senaryo kurgusu ve diyaloglarda neleri doğru yaptınız?

Bu ağırlığın hissedildiğini duymak çok keyifli. Salça’yı yaparken hissettirmek istediğimiz şeylerden biri buydu. Ancak senaryoyu yazarken bunun beni zorladığını söyleyemem. Bana ilham kaynağı olan olayı yaşarken zorlanmıştım. Ancak hikayenin aktarımının kendi doğallığında ve rahat bir biçimde gerçekleştiğini söyleyebilirim.

Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?

Kısa metraj ile uzun metrajın birbirinden farklı mecralar olduğunu düşünüyorum kısa öykü ve roman gibi. Benim için kısa metraj da uzun metraj kadar keyifli. Bazen hikaye kısa metrajla anlatılmak için ortaya çıkıyor bazen de uzun metrajla. Tabii ki süreci genişleterek daha farklı detaylara ve derinliklere gitmek istediğim projelerim de var. Salça gibi mesela. Ama kısa metrajı yapmayı sevdiğim için yapıyorum. Uzun metraj çektikten sonra da kısa filmler üretmeye devam edeceğim.

İlerleyen süreç için üzerinde çalıştığınız başka projeleriniz varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?

Aslında üzerinde yoğunlaştığım birden fazla proje var. Az önce belirtiğim gibi Salça’dan esinlenen bir uzun metraj üzerinde çalışıyorum. Bunda etken 2019’dan beri bu hikayenin bende tetiklediği fikirler, hisler ve hikayenin içindeki karakterler ile ilgili aklımda canlananlar. Onun dışında da uzun zamandır fikirler defterimde yer alan ama üstünde durmaya vakit bulamadığım bir kısa film hikayesine odaklanmış durumdayım.

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir