Zirvenin Ölümle Pazarlığı: Everest

Canı pahasına ideallerinin peşinden gidip varoluşunu gerçekleştirmek adına, koca evrenin içinde ufak bir insan olarak yitip gitme kaygısına karşı çetin ve belki de geri dönülemeyecek bir yolculuğa çıkmak. Belki kendine belki yaşadıklarına belki de kutsallarına karşı bir meydan okuyuş. Kimi diğerleri için canını tehlikeye atarken kimi de kendini korur bir başkasının hayatındaki en anlamlı yeri düşünerek. Everest filmi yaşanmış bir olaydan yola çıkarak kurar hikayesini. 1996 yılında dünyanın en yüksek dağına çıkmayı göze alan iki ayrı dağcı grubunun dostça gerçekleştirdikleri bu yolculukta yaşanan talihsiz vakalar da kayıtlarda yerini bulur. 10­11 Mayısta gerçekleşen tırmanışta zirveye ulaşmanın derin hazzını yaşayan dağcılar, dönüş yolunda başlarına gelen talihsizlikler sonucu başladıkları noktaya varamayacaklardır.

İlk yarı zirveye tırmanma hazırlığı ile geçerken ikinci kısımda heyecan, aksiyon ve merak duygusu beraber ilerler. Yani ilk kısmın durağanlığını ikinci yarıda fazlasıyla unuturuz. Maceraya ortak olan izleyici yaşanan her anı en az karakter kadar hisseder. Bunda filmin üç boyutlu olmasının önemi büyük ama bu demek değil ki film üç boyutlu olmasaydı izlenirliğinden bir şey kaybederdi. Film boyunca insanın peşini bırakmayan soru; insan canı pahasına neden böyle bir eyleme girişir. Sorunun çok boyutlu ve her kişide farklı cevapları vardır. Her işte olduğu gibi böyle çetin bir işin dahi maliyeti vardır. Yani artık ticarete dönmüştür mesele. Buradan parasını kazanan dağcılar her yıl bu işi, kendilerine müracat eden maceraperstlerle tekrar tekrar yaşarlar.

Dram tarafı ağır basan filmin kalabalık oyuncu kadrosu kişileri takip etmeyi zorlaştırsa da amacına ulaşmada bir sorun yaşatmıyor. Kısa kısa da olsa karakterleri tanır kimin neden geldiğine dair fikir sahibi oluruz. Yer yer ailelerine de dönen kamera ile özel hayatlarına da kısa da olsa göz atarız. Bekleyen tarafında olan ailelerin yaşamış olduğu stresli süreçte filmde kendine yer bulur. Macera bir yerden sonra ölüm­kalım savaşına dönünce ummadığımız kişilerin yaşama şansı bulup, öleceğini beklemediğimiz insanlar yenik düşünce film burada sonu baştan belli filmlerden ayrılır. Yaşanmış bir hikayeden alınmamış olsaydı muhtemelen farklı bir son yazılırdı. Birincil karakterler yaşadıkları tüm zorluklar sonrasında mutlaka hayatta kalan olurdu. Yani gerçek kurmacanın bir adım ötesine geçer ve film sonuna kadar diriliğini muhafaza eder.

Everest filmi adrenalinden daha fazlasını vadediyor. İnsancıl ve hüzün tarafı filmin tamamına yayılınca daha fazla kesime hitap etme şansı yükseliyor. Her ne kadar teknik anlamda üst yerlerde durup cazibesini arttırmaya çalışsa da sırtını sadece buna yaslamayıp hikayesini etkili bir dille anlatmayı başarıyor.

Zehra Ayçiçek: 1980 İstanbul doğumluyum. Sarıyer İmam-Hatip lisesinden 1996’da mezun oldum. Şu an İstanbul Üniversitesi Felsefe (Açıköğretim) son sınıftayım. 2010’da Tarih Kültür derneğinde düzenlenen fotoğrafçılık kursuna, İsmek ve BİSAV’da da Osmanlıca kurslarına katıldım. Bir dönem BİSAV’ın sanat, edebiyat ve sinema seminerlerini takip ettim. Film Arası Dergisi’nin Mart 2014’de Beyoğlu Gençlik Merkezi’nde düzenlediği Sinema okuluna katıldım. Şu an Film Arası Dergisi bünyesinde aktif olarak görev alıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir