Toplumda Aykırı Bir Ses: Vecide

Hem yönetmeni Haifaa Al-Mansour’un ilk yönetmenlik deneyimi hem Suudi Arabistan’da bir kadın yönetmen tarafından çekilen hem de tamamı ülke sınırları içerisinde çekilen ilk uzun metraj film olma özelliklerini bünyesinde barındırmak suretiyle dahi sinema tarihi için önemli bir adım olarak nitelendirilebilecek bir film.

İlk filmlerin günahı olmaz klişesini kimi anlarında filmin sempatik ve insancıl duruşu adına bir koruma kalkanı olarak kullanabilecekken; kimi değerli ve olgun taraflarıyla da gönül rahatlığıyla hakkını teslim etmemizin elzem olduğu bir ilk film var karşımızda. Hele ki dış mekân çekimlerinin önemli miktarda yer tuttuğu bir filmin çekimlerinin, devletin filmin çekimine izin vermemesinden ötürü gizlice yapıldığı düşünüldüğünde, göğüslenen zorluk ve gösterilen çabanın sinema sanatına yapılan takdire şayan bir katkıyla sonuçlandığını söyleyebiliriz.

Vecide özgürlüğün kısıtlandığı bir coğrafyada varoluş mücadelesi veren Vecide’nin öyküsünü anlatmaya soyunuyor. Filme konu olan coğrafyanın özellikle özgürlük ve insan haklarıyla kurduğu olumsuz manada ilişkinin sosyokültürel ve politik olarak çok beylik bakış açılarıyla ve doğru kurulamamış sinema dilleriyle beyazperdeye uyarlandığı birçok kötü örnekle karşılaşıldığı için, yönetmenin filmini hangi bakış açısı ve sinemasal olgunluk seviyesiyle ele aldığı heyecan verici bir merakın da tetikleyicisi oluyor. Genel olarak dünya kamuoyu tarafından petrolü, petrol zengini şeyhleri, yasakları ve Hac ibadeti haricinde yaşam ayrıntılarını (aslında öğretilmiş kalıpları) hep bir perde arkasından belki kimi noktalarında gerçekçi olmaktan uzak bir bakışla ‘kabullendiğimiz’ bir toplumun iç dinamiklerine, yaşam gizlerine ulaşmak hatta bazı anlarda ülkemizle de kıyas ederek ilginç karşılaştırmalar ortaya koymak yararlı olduğu kadar düşünceyi zenginleştirici de anlamlar taşıyabiliyor.

Biz de bu kapalı kutunun gizlerine yapılan keşife filme adını da veren küçük, tabu kırıcı kız Vecide’nin karakterine mercek doğrultarak başlayalım. Vecide aykırı bir karakter. Toplumun gittiği yönün tersine yüzmeye çalışan 10 yaşındaki bir kızın benliğini sahiplenme ve tutkularının peşinden gitme öyküsü onunkisi. Bir anlamda tutkularının peşinden gittiği için ülkesinden kaçmak zorunda kalan İranlı yönetmen Marjane Satrapi’nin yönettiği Persepolis filminin ana karakteri küçük Marjane gibi farklılığının kabullenilmesi için çaba gösteren, muhalif olduğu kadar tabuların üzerine üzerine giden delişmen bir inadı da mücadelesinin ön sırasına yerleştiren, bir bakıma devrimci bir karakter.

Vecide’yi seyirci olarak çoğunlukla ev ve okul arasındaki günlük rutini içinde gözlemliyoruz. Daha ilk sahneden devletin uzantısı ve kural koyucu kurumlarından birisi olan okuldaki sınırları katı hatlarla çizilmiş bir düzenle karşılaşıyoruz. Kız ve erkek eğitiminin ayrı yapıldığı bir sistemde kızlara benimsetilmeye çalışılan ölçülü ve edepli olmaları ve sınırları belirlenmiş kuralların dışına çıkmamaları oluyor. Tüm yasak, kural ve düzenlemeler bir şekilde erkek kavramıyla bağlantılı durumda. Erkeğin yani namahremin olduğu her alanda edepsizlikten, aşırılıktan bir anlamda günahtan kaçınmak için davranışları çok katı kalıpların içine oturtmak gerektiği kadar bedeni de örtülerin altına gizlemek daha çocuk çağdan itibaren benimsetilmeye çalışılıyor. Hatta bu sınırın bir üst katmanında erkeğin ve kadının öznesi olabilecekleri eylemlerin, mesleklerin dahi kategorize edilmesi ve iki taraf arasındaki geçişin toplum tarafından imkânsızlaştırılması yer alıyor. Aynen Vecide’nin özgürlüğe açılan bir kapı olarak yorumlanabilecek bisiklet kullanma tutkusunun bu toplumsal ön kabul engeline takılarak erkeğe özgü olarak cisimleştirilmesi örneğinde olduğu gibi.filmarasi-vecide2

Vecide’nin sürü içindeki aykırılığı yönetmen Haifaa Al-Mansour tarafından görsel olarak kendini öne çıkartan ayrıntılarla bezenmiş. Vecide’nin herkesin aksine lastik, tek tip ayakkabı yerine giydiği Convers, dinlediği yabancı müzik, bazı sahnelerde (özellikle yarışma) kıyafetine eklediği yan unsurlar ve en yakın arkadaşının kendisiyle aynı yaşlarda bir erkek olması gibi etmenlerle görsel olarak da karakterine farklılık atfeden bir duruş kazandırabiliyor yönetmen. Bu arada bir ilk yönetmenlik kusuru olarak fazla imleyici olmakla beraber filmin başında arka arkaya Converslere yapılan detay çekimlerin seyirciyi ‘Yine propagandist ve aşırı simgesel bir filmle mi karşı karşıyayım’ endişesine sevk etme olasılığı taşıdığını da not etmekte fayda var.

Film bahsettiğimiz gibi kadının toplum içindeki erkek tarafından belirlenmiş konumlanışı üzerine anlattığı hikâyesinde erkeğe birkaç karakter dışında yer vermemeyi tercih ediyor. Erkeklerin ele alınışı toplumun farklı düşünce yapılarını göstermesi bakımından faydalı da oluyor. Ailesinin baskısına dayanamayarak erkek çocuk doğuramayan eşinin üzerine ikinci eşi de getirecek olan Vecide’nin babası, ayrıca kızının bisiklete binmesine de kesinlikle karşı çıkarak bir anlamda erkek egemen baskının hem eş hem de baba olarak temsilcisi oluyor. Toplumun genel yargısı gereği kızların bisiklet kullanmasına karşı çıkılan bir ortamda, bisiklet satan erkek satıcı karakterin Vecide’yi tutkusundan dolayı yargılamayarak ve finale doğru deklare ettiği üzere Vecide’nin azmine verdiği destekle toplumun çok küçük, tabuları yıkmaya cesaret eden az sayıda yürekli azınlığını temsil ediyor. Vecide’nin en yakın arkadaşı Abdullah ise yine kendi yaşıtı erkek çoğunluğun aksine Vecide’nin destekleyicisi ve dert ortağı olma yönüyle yönetmenin belki de erkeklerin değişimi açısından ülkenin geleceği için umut taşıdığının bir göstergesi oluyor.

Filmin kadınlarına baktığımızdaysa toplumdaki kadın çoğunluğunun da erkek egemen bakışın savunucusu olduğu görülmekte olup, Vecide’nin annesi ve annesinin arkadaşının bazı özellikleriyle ilgiye değer oldukları söylenebilir. Annenin arkadaşı çalıştığı hastanede tesettürsüz çalışabilme özgürlüğüyle toplumdaki bazı alanlardaki değişimi temsil ederken, annenin bu duruma olan tepkisi hala toplumun bu radikal karara hazırlıklı olmadığının göstergesi gibi okunabilir. Annenin filmin başındaki Vecide’nin bisiklet isteğine karşı verdiği tepkinin finale doğru değişim göstermesi ise annenin düşünsel anlamdaki değişiminin yanında kocası tarafından terk edilmesi sonucu hayattaki tek dayanak noktası olan kızıyla aralarındaki ilişkinin daha farklı, özel bir katmana geçtiğinin kanıtı olarak yorumlanabilir. Finale doğru Vecide özgürleşip, annesinin desteğini alırken aslında toplumdaki erkekler tarafından yalnız bırakılmış ve yalnızlaştırılmış kadınların arasındaki dayanışmanın önemine veya acı gerçekliğine de vurgu yapılıyor. Ayrıca annenin işle ilgili yaşadığı sorunlar bir anlamda evinin de erkeği olma konumundaki kadının iş hayatında karşılaştığı zorlukları yansıtan önemli bir detay olarak değerlendirilebilir. Ek olarak kocanın uzun süreli iş yolculuklarına çıkarak evinde nadir bulunması kadının en mikro düzeyden başlayarak içsel, aile içindeki ve en genel çerçeveyle toplum içindeki yalnızlığını vurgulamak açısından güçlü bir metafor olmayı da başarıyor.

Filmin kadının örtünme mefhumuyla ilişkisini iç mekân-dış mekân veya kamusal alan- kamusal alan dışı ayrımı üzerinden yaptığını görmekteyiz. Özellikle ülkemizdeki dini eğitim veren imam hatip liselerindeki örtünmenin okul dışı-okul dışı ayrımı fark etmeksizin sabit olduğu bir anlayışa karşın; Vecide’de okulda başların açık olma serbestisine sahip olduğu görülüyor. Örtünmenin konu dış mekân olunca en öncelikli şartken özellikle iç mekânlara geçildiği vakit örtünmeden sıyrılma belki de kurtulma hissiyatı veren davranışlar, hep bilinegelen Suudi Arabistan coğrafyası hakkındaki algının da ters yüz edildiği bir bakışı yansıttığından seyirci tarafından da farklı addedilebilecek bir durum tezahür ediyor. Özellikle namaz kılmak dışında, Kur’an okumanın dahi örtünmeksizin gerçekleştirilmesi olaya Türkiye’den bakan gözler için de şaşırtıcı bir deneyim olacaktır.

Vecide üzerinden kurulmaya çalışılan bisiklet(amaç)-parasızlık(isteğe ulaşamama)-yarışma(fırsat) denklemi, Majid Majidi’nin Cennetin Çocukları filmindeki ayakkabı ödüllü yarış örneğiyle benzeştirilebilecek olsa da; Majidi’nin karakterinin çok önemli bir günlük eylemi olan koşmayla bağlantı kurması yanında, karakterin yarışma için gösterdiği azim ve motivasyon unsurunun çok samimi ve hayatın içinden bir karşılığı olması çok doğru bir karakter-amaç-sonuç çatısı kurulmasını sağlıyordu. Vecide filminde ise yönetmenin özgürlüğe açılan kapı olarak simgeleştirdiği bisiklete ulaşabilme yolunu temsil eden Kur’an bilgi ve okuma yarışmasında Vecide’yi konumlandırma tercihi, finale doğru filmin gerçekçilikten uzaklaşıp masalsı bir mucize atmosferine bürünmesine yol açıyor.

Vecide’nin bisiklet isteğine ilk andan itibaren seyirci olarak ne kadar makul ve gerçekçi yorumlar getirebiliyorsak; bu isteği dışındaki hayattaki amaç yoksunluğuna, okula karşı ilgisizliğine çok kapsayıcı olmamak kaydıyla ‘özgürlüğüne vurulan ket’ çıkarsaması dışında herhangi bir neden gösteremiyoruz. Vecide, Kur’an okurken tilavet ve tecvit bütünlüğünü ahenkli bir şekilde sağlayamamasının sebebini arkadaşları karşısında utanmak olarak açıklıyor. Yarışmadan önceki güne kadar kötü ve ruhsuz bir şekilde yerine getirdiği okuma eyleminin, yarışmada o anki motivasyonla mükemmele yakın bir şekilde gerçekleştirilmesi ‘mesaja giden her yol mubahtır’ anlayışına hizmet ettiği için inandırıcı olmaktan çok trajikomik ve sorunlu bir bakış açısını yansıtıyor. Kur’an’ı Kerim’i yürekten hissederek ve bol pratik yapma suretiyle çıkılabilecek bir seviyenin mucizevi bir biçimde karakterin özgürlüğüne koşma azminin sonucundaki mükâfat olarak sunulması dramatik açıdan da güçlü bir yorum olarak kabul edilebilir. Amma velakin Vecide’nin bu yarışmaya hazırlanma aşamasında çok basit birkaç çabası dışında herhangi bir eylemini görmediğimiz gibi son ana kadar yarışma konusunda kendine güvensiz bir portre çizmesi, yarışmanın finalindeki mucizevi sonuç düşünüldüğünde omurgasız bir motivasyon yapılanmasını açığa çıkartıyor. Ödül sonrası yaptığı çıkış film içerisindeki konumlanışı itibariyle çok başarılı ve devrimci bir etki yaratabilecekken, ödüle giden yolculuk yeterince güçlü ve inandırıcı biçimde işlenemediğinden yaratabileceği potansiyel etkiyi de çok aşağılara çekiyor.

Yönetmen göstergesel manada Vecide üzerinden yansıtmaya çalıştığı tabu kırıcı duruşu düşünsel anlamda güçlü kompozisyonlarla ve işlevsel biçimde motive edilmiş karakter ayrıntılarıyla desteklemediği için tema olarak çok güçlü olan konuyu zengin bir fikriyatla işleyememenin sıkıntısını çekmekten maalesef kurtulamıyor.

Sinema her şeyim. Hayallerim, bir şekilde hangi alanı olursa olsun temas halinde olmak istediğim, hayatımın vazgeçilmezi..Woody Allen, Dardenne Kardeşler ve Reha Erdem'in sinema dünyalarından tarifsiz bir şekilde etkilenirken; sinema tarihinin en iyi filminin Yurttaş Kane olduğu üzerine düşüncem, seyrettiğim her filmle biraz daha pekişiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir