15 Mayıs’ta vizyona girecek Terkedilmiş filminin yönetmeni Korhan Uğur’la sineması ve son filmi üzerine keyifli ve dolu dolu bir röportaj gerçekleştirdik.
Korhan Uğur ismini daha çok Sağ Salim’in senaristi olarak duyduk. Onun öncesinde ise kendi çektiği ‘Öldür Beni’ var. Şimdilerde ise vizyona girmeyi bekleyen ‘Terkedilmiş’ filmi ile adını daha çok duyacağız. ‘Terkedilmiş’ hazmetmesi zor bir film olduğu sinyallerini şimdiden veriyor. Korhan Uğur, yelpazesi geniş ve üretken bir yönetmen. Halihazırda yazılmış ve çekilmeyi bekleyen senaryoları var. Korkudan aşka, dramdan komediye bir çok konuda, kısmen çektiği kısmen de çekmeyi planladığı hikâyelerin bizzat sahibi. ‘Tekedilmiş’ filmi öncesinde, filminden sinema serüvenine, yönetmenliğinden senaristliğine dair sorularımızı içtenlikle cevapladı. Söyleşimizin detaylarını sizlerle paylaşıyoruz.
Röportaj: Zehra AYÇİÇEK
Sinemaya ilk nasıl adım attınız?
Sinema ben de çok küçük yaşlarda başlayan bir hastalık. Bence bu hastalığa bulaşmamış insan sinema işine giremez. Çünkü çalışma şartları olarak zor bir iş. Sinema okulu okumadım, buna rağmen 22 yaşında kalkıp İzmir’den İstanbul’a sinemacı olmak için geldim. Burada hiç tanıdığım da yoktu. 22 yaşından beri sinema sektöründe çalışıyorum. Bu işe kamera asistanı olarak başladım. Daha sonra yapıma geçiş yaptım. Arkasından da yapım asistanlığı, yapım amirliği, prodüktörlük, uygulayıcı yapımcılık yaptım. 2009’dan beri de yönetmenlik yapıyorum. Sinemaya girişim 18 yılı buldu.
1998’de ilk kısa filmlerle başladınız.
Evet, kısa filmlerle başladım. Ondan öncesi de var ama onlar deneme aşamasında kaldı. Her filmde bir şey öğreniyoruz. Bu bütün yönetmenler için geçerli. Eğer öğrenmiyorsak sıkıntı vardır. İnsan her seferinde bir şeyler katarak kendini geliştirmeli.
Kısa filmlerle başladınız, sonra birçok filmin yapım ekibinde oldunuz daha sonra da senaryo yazıp yönetmenlik yaptınız? Sizce yönetmenliğe gelmeniz için onlar birer basamak mıydı?
Onlar işin mutfağı. Nasıl olduğunu her kademesinde yaşamak görmek çok önemli. Direkt yönetmen olarak başlayamadım. Çünkü benim öyle bir ekonomik gücüm yoktu. Sinema işi biraz zengin sanatı. Parasız olmayacak sanatlardan biri. Bir müzisyen enstrüman alır çalar, ressam ve yazar da paraya ihtiyaç hissetmeden yapar işini. Sinemada birinci şey para. Ben de o kademlerde çalışarak para kazanarak ilk filmimi yaptım, ikinci filmim de öyle. Maddi anlamda herhangi bir kurumdan destek almıyorum. Para kazanarak kendi filmlerimi yapıyorum.
Filmiler; festival filmi, gişe filmi, sanat filmi gibi kategorize ediliyor. Bense filme genel anlamda bir sanat eseri olarak bakıyorum. Recep İvedik’de bana göre bir sanat eseri. Amacı güldürmekse onu başarıyorsa o zaman başarılı olmuştur. Ciddi bir emek var sinemada ne olursa olsun.
Sağ Salim’de komedi izledik, son filminiz ‘Terkedilmiş’ ise dram. Biraz filminizden bahsedebilir misiniz?
Bir sene boyunca 160’a yakın film çekilmiş. Bunların 110’u komedi filmi. İçerisinde dram filmi yok, 30 tanesi korku filmi, eğer biz dram yapamazsak zaten bizim sinemamız çöküşe geçiyor demektir. Hep komedi yaparsak dramı belli isimlere bıraktık demektir. Terkedilmiş, insanın kendini sorgulayacağı bir dram filmi. İyilik kötülük kavramı çok tartışılıyor; kim iyi, kim kötü onları çok iyi sorgulayan bir film. Bir on sene, yirmi sene sonra da izlendiği zaman insanların zevk alacağı bir film yaptık. Bazı filmler çekirdek gibi yersin içini atarsın sonra. Asla geri dönüşü olmaz, aramazsın. Bu film öyle değil. Yenilip içilecek gibi değil. Film şaşırtıcı hatta birkaç kere şaşırtıcı, ters köşeler var. Oraya bağlanacağını düşünmeyeceğiniz bir yere bağlanıyor. İlk on dakikadan sonra hikâyeyi çözme çabasına giriyorsunuz. İlk on dakikayı atlatabilirse izleyici gerisi gelecek. İpucu vermeden dram filmi yapmak da sakıncalı, sıkıcı film kategorisine girebilir. İlk on dakikadan sonra nereye bağlanacak, bu hissiyattan kurtulamıyorsunuz. Son yarım saatte de koltuğa çiviliyor. Çünkü sadece dram değil aksiyon da var. Hadi canımlarla geçen bir film. Tek mekân filmi olması hasebiyle de biraz zor. Terkedilmiş bir sanatoryum hiçbir şey olmayan bir mekân, tek mekândır ama büyük bir villadır değişik değişik yerleri vardır, kırık dökük duvarları olan bir mekân burası. Bu tür başarılı örnekler var. Mesela Rezervuar Köpekleri. Genelde de hayatımızda da birçok yerde geçmiyor önemli olaylar. Tek mekânda toplanan hikâyede insanlar içindeki nefreti de sevgiyi de kusuyor tamamen sizin anlatım biçiminize bağlı olarak. Hem çok fazla diyaloga dayalı anlatım yapmamalı ama az konuşmak da sıkar. Dengeyi korumaya çalıştım. Film izlerken izleyici zaten karakter tutar futbol maçı izler gibi. Sizin sevmediğiniz bir karakteri başkası sevebilir. Tekedilmiş’de bu fazlasıyla var, bütün karakterlerin bir özelliği de terkedilmiş olmaları. Terkedilmiş hissi ile terkedilmiş bir sanatoryumda toplanmışlar. Bizim temel noktamız yani takıntılı olduğum nokta ölüm ile ilgili. Ölüm acısından sonra en büyük acı terkedilmişlik acısı. Ölüm de zaten bir terk etme biçimidir. Anamız, babamız, evladımız vefat ettiğinde burada kalınca terkedilmişlik hissiyle bu acıyı yaşarız. O acıyı yaşatan ölüm değil terkedilmişlik, bırakıp gitmesi sevdiğinin.
Filmi izlettiğim eleştirmenler ve sinemacılar oldu, izledikten sonra 15 dakika konuşamadılar. Sevdiklerimize iyi ki varsınız diyeceğiz bu filmden sonra.
Bir göçmen hikâyesi var hikâyenin özünde. Suriyeli göçmenlere ya da başka göçmenlere nasıl baktığımızla ilgili de sıkıntı var. Kimse vatanını ülkesini terk edip gitmez. Ben orada yüzlerce göçmenle görüştüm sadece Suriyeli değil. Ermeni, Azeri, Afrikalı her milletten göçmen var İzmir’de. İzmir göçmenler için çok önemli, ya Avrupa’ya kaçıyorlar ya da İstanbul’a geliyorlar. Bir basamak gibi. Konuştuğum herkesin söylediği şey geriye dönme arzuları. Kendini kötü hissettirecek bir film çünkü madalyonun iki yüzü var. Diğer tarafta bu insanların da bir hayatı var. Sen kendini iyi bir insan gibi görürken aslında kötü bir insansın, çok kötü görünen bir insan da çok önemli bir iyilik yapabilir. Film bunun üzerine. Birbirini tanımayan dokuz karakteri bir araya getiren hikâyesi var. Etkileyici bir film olduğunu düşünüyorum. Festival olarak bir tek Berlin’e yolladım. O da offline yani bitmemiş halde yolladık, seçilemedi. Benim kafamda festival vizyon ayrımı yok. Bazı filmler vizyonu değil festivali umursuyor.
Filmlerinize baktığımızda ‘ölüm’ kavramını başat unsur olarak görüyoruz. Her filminiz bu kavram etrafında dolaşıyor.
İnsanoğlunun çözemediği tek şeyin ölüm olduğunu görüyoruz. Kendimin de çözemediği bir şey olduğu için bunun çevresinde dolanıyorum ve çözmeye çalışıyorum; filmlerle, hikâyelerle. Çözemeyeceğimize de eminim. Ama en azından değişik açılardan bu olguya bakabiliriz. Sağ Salim filminde bir ölüyü bir yerden bir yere nasıl götürürüm durumu var ama ölmüş adam, sağ salimimi var.
Senaryomu Verdiğime Pişman Oldum.
Öldür Beni filmini çektiniz sonra Sağ Salim’in senaryosunu yazıp çekmediniz özel bir nedeni var mı?
Aslında Sağ Salim daha önce yazılmıştı. Biraz da para kazanayım diye yapmıştım. Senaryoyu yönetmen çok istedi ben de tamam dedim, aramızda sözleşme vardı devamı asla olmayacak diye. Yaparsa eğer biz yazmamış olsak bile bize telif ödemek zorunda kalacaktı, çünkü eser bizim. İkincisi vizyona girmeden ben durduracaktım. İhtar çektim. Durdurmamam yönünde ısrar geldi. Para vereceğini söyledi ismini yazacağım dedi. Film vizyona girdi ama ben bir hafta sonra dava açtım. Bundan sonra Sağ Salim’in ekmeğini yemesin diye uğraşacağım.
Bir de Sağ Salim 2’de sizin adınız yok. Sebebi nedir?
Şu an mahkemeliğim, çünkü eser sahibiyim ben. Tekrar duruşmamız var hatta. Bir buçuk senedir mahkememiz sürüyor. Sonra bir de Yusuf Yusuf filmini yaptılar. Ve Sağ Salim’in ekmeğini yiyerek yaptılar. Sağ Salim’in yönetmeninden diyerek. Mesela Sağ Salim 3 çekmek istiyorum; hem gerçek üreticisi, hem yaratıcısı, hem de gerçek eser sahibi lansmanıyla kendim yazıp kendim çekmek istiyorum. İlk defa senaryomu birine verdim ama ona da pişman oldum
Sağ Salim Kara Komediydi
Eğer siz çekseydiniz film yine bu minvalde mi olurdu, içinize sindi mi?
Yüzde altmışı sinmedi filmin. Sulu bir komedi yapmamıştım. Kara mizahtı benim yazdığım, durum komedisi güzeldi filmin. Ben karikatürize oyunculuk sevmiyorum. İçinde bulunulan durum zaten komik. Bir tane cenaze ile uğraşırken bir sürü dertler açılıyor başlarına. Biraz sulandırmışlar. Ama senaryo olarak ağırlığımız olunca çok da değiştiremedi. Zaten genelde yönetmenler eğer senaryosunu yazmadılarsa çektikleri filminin en çok senaristiyle kavga ederler. Kendim çekince tartıştığım insan da yine kendim oluyor. Başkasının yazdığı bir şeyi çekince topu ona atarsın. Senaryoyu beğenmezsen çamuru ona atarsın.
İlk filminiz Öldür Beni fantastik bir film, bu çizgide mi ilerlemeyi düşünüyorsunuz, yoksa farklı türlerde filmler de çekecek misiniz?
Öldür Beni çok kısıtlı imkânlarda çekildi. Cüz’i bir paraya çekildi. 10 senesi dolduktan sonra tekrar çekmek istiyorum. Daha farklı tecrübelerle, başka oyuncularla ve biraz para harcayarak tekrar çekmek istiyorum. Ama bu filmimdeki gibi fantastik bir çizgide ilerlemek gibi bir zorunluluğa girmiyorum. Farklı türler de olabilir.
Sizce yönetmenin tür olarak belli bir çizgisi olmalı mı yoksa korku yaparken diğer filmini komedi yapsa yönetmen için artı bir şey mi eksi bir durum mu?
Yönetmen kendini nasıl hissediyorsa öyle filmler çekmeli. Bazen komedi, bazen korku olabilir. Şimdi üzerinde çalıştığım bir senaryo var, bitti. Köprüde Buluşmalara başvurduk. Kültür Bakanlığına başvuracağım. Korku filmi ama hayaletler ve cinlerle ilgili değil. İnsanı sorgulayan, her türlü katil ve teröristin bir zamanlar masum birer çocuk olmasını hatırlatan hikâye. Kimse öyle doğmuyor, onu o hale getiren etmenlerle ilgili film. Psikopat dört kardeşin hikâyesi. Yetiştiriliş tarzından dolayı psikopat olmuşlar. Flashbacklerle çocuklukları da gösterilecek. Okuyan herkesin iliklerine kadar rahatsız olduğu bir hikâye. Kendimin rahatsız olduğu bir mesele bu. O yüzden böyle bir mevzu seçtim.27 kişiyi öldürmüş bir adamla tanıştım. Rahatsızlığı nedeniyle dışarı çıkmış. İlk insanı öldürdükten sonra diğerlerini hissetmediğini söyledi. Ama ilk öldürdüğü insanın yüzünü de unutamadığını söyledi. Konuşurken gayet normal biri. O yüzden bir insan için asla bunu yapamaz gibi bir şey yok. Her insan her şeyi yapabilir. O adamın hikâyesini kimse dinlemez ama ben o adamın hikayesini yüzbinlere ulaştıracağım.
Kısa filmleriniz var, siz uzun metraj ve kısa filmler arasında nasıl bağ kuruyorsunuz? Birbirinden bağımsız mı yoksa birbirine muhtaç bir ilişkisi var mı?
Kısa hikâyen varsa onu kısa çekersin. Birbirinden bağımsızdır. Ben aynı zamanda reklâm yönetmeni de olduğum için 30 saniyede 45 saniyede bir dünya hikâyeler anlatabildiğim için uzun hikâye ile kısa hikayenin yerini aynı görmüyorum. Spielberg hayatında bir ya da iki kere kısa film çekmiş sonra hep uzun yapmış, kısa film yapmak kolay da değil aslında kısa sürede derdini anlatman lazım. Tokat gibi olmalı. Kısa hikâyelerde olmalı. Yazılmış kısa hikâyelerim var ileride çekmeyi düşünüyorum ya da arada bir bağlantı noktası bulup hepsini uzun metraj da çekebilirim.
Geniş bir yelpazeniz var, komedi, fantastik, macera, dram. Siz bu türleri iç içe mi düşünüyorsunuz?
Hayatta dramatik anlar olduğu gibi âşık olduğunuz anlar da var. Yazılmış bir aşk filmim var bunu da yapabilirim. Bazen gerilebiliyoruz bazen de gülüyoruz. Birbiri iç içe geçmiş durumda. Filmlerimde tür anlamında bir kısıtlamam yok. Benim derdim kavramlarla ilgili. Ölüm kavramı var tüm filmlerimde ve bu anlamda bunun devamlılığını sağlamayı düşünüyorum. Korku, komedi, dram her türde de ölüm kavramını işlemeyi düşünüyorum. Sürekli ölen birileri var filmlerimde.