“Hikâyenin an tarafından şekillendirilmesini İstedim”

Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 100. haftasından herkese merhaba. Bundan yaklaşık üç yıl önce kısa film yönetmenlerinin sesi olma hedefiyle çıktığım yolculukta birlikte yol aldığımız çok değerli isimlerin katkılarıyla 100 haftaya ulaştık. Kimi ilk kısa metrajıyla yer aldı, kimisi ise uzun metrajları arasında sırtını dönmeyip çektiği kısa filmiyle bu serinin konuğu oldu. Bu özel haftada ise gerek uzun gerekse kısa metrajda büyük bir emek, ciddiyet, yaratıcılık, sabır ve özen gerektiren stop motion türünde üretim gerçekleştiren Burcu Özkan’ı konuk edeceğim. Kendisinin doğduğu Artvin’den ilham olarak çektiği duygusal bir stop motion olan Korosi, Çoruh Vadisi’nin yemyeşil dağlarında yaşayan yaşlı bir adamın odunlukta eski bir sandığı açmasıyla yaşadıklarını anlatıyor.

Filmin yönetmeni Burcu Özkan ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.

Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Burcu Özkan’ı bize nasıl anlatırsınız?

Merhaba! Öncelikle filmime göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı çok teşekkür ederim. Ben Artvin’de doğdum ve çocukluğumu filmde izlediğiniz köyde geçirdim. Sanata olan ilgim çok küçük yaşlarımda başladı. Eğitimime bu alanda devam etmek istedim ve Kocaeli Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı bölümünden mezun oldum. Üniversite yıllarımdan itibaren sektörün farklı alanlarında çalıştım. Son yıllarda ise kendimi en çok ait hissettiğim iki alana odaklandım. Bir prodüksiyonda zaman zaman sanat yönetmeni olarak görev alıyor ve stop motion tekniğiyle hayat verdiğim hikâyelerin aynı zamanda yazımını ve set tasarımını üstleniyorum.

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyonu ne kadar sürede tamamlandı?

Korosi, geniş bir zaman dilimi içerisinde yerini bulan ve harekete geçen bir film oldu. Bu nedenle, net bir süre vermek çok zor. Tüm süreç yaklaşık bir yıl içerisinde tamamlandı. Ancak, eğer zamanım ve odak noktam sadece Korosi üzerinde yoğunlaşmış olsaydı, bu süre çok daha kısa olabilirdi.

Ayrıntılara geçmeden önce filmin hikâyesinin nasıl oluştuğundan bahsedelim dilerseniz. Korosi’nin temellerini nasıl attınız?

Pandemiden kısa bir süre önce, yönümü değiştirmeye karar verdim ve bir süreliğine İstanbul’dan uzaklaşıp kendim için bir şeyler üretebileceğim bir yerde bulunmaya karar verdim. Bir hikâye oluşturacağımdan emindim, ancak başlangıçta belirli bir fikirle yola çıkmak istemedim. Yaratmak istediğim hikâyenin “an” tarafından şekillendirilmesini istedim. Yolculuğum, pandemi nedeniyle biraz gecikse de sonunda olmam gereken yere vardım ve dileğim gerçekleşti. “An”, beni kısa bir süre sonra Korosi’ye ulaştırdı.

Filmin ismi de ilk duyduğumuz anda zihinde soru işaretlerini ortaya çıkarıyor. Korosi ne demek?

Ben, filmin sanat yönetmeni Çiğdem Subaş ile birlikte büyüdüm. Gürcü kökenliyiz ve köyümüz Artvin’in Borçka ilçesine bağlı küçük bir Gürcü köyü olan Kintsxureti. Aile büyüklerimiz bir aradayken genellikle Gürcüce konuşurlar. Gürcücede “karga” kelimesi telaffuzu ile yazmaya çalışacağım “qvavi” demek. Çocukken bu kelime bizim için telaffuzu zor bir kelimeydi. Bu yüzden, söyleyemediğimiz kelimelerde kendini dilimizi oluştururduk. Kargaya da “korosi” derdik. Yıllar geçti ve metaforu karga olan bir film yaptık. Filmin hikâyesi de büyüdüğümüz evde geçti. Dolayısıyla, filmin adının “Korosi” olması kaçınılmaz bir durumdu. Korosi, sadece Çiğdem ve benim dünyamda karga demek.

Artvin doğumlusunuz ve filmdeki hikaye de Çoruh Vadisi’nin yemyeşil dağları arasında yaşayan yaşlı bir adamı bizimle tanıştırıyor. Bu iki faktörü aynı düzlemde buluşturduğumuzda neler söylemek istersiniz?

Çoruh Vadisi’nin yemyeşil dağları benim özüm ve eminim ki dünyası daha başka bir hikâyenin içinde olsam da o dağlardan bir esinti gelecektir. Aslında bu düzlem benim o zaman dilimindeki planımdı. Bu planı var edebildiğim için mutluyum.

Uzun metrajlarda dahi çok sık rastlamadığımız stop motion tekniğini kısa metrajda kullanmak… Bu karar ne kadar geçmişe dayanıyor? Stop motion ile ilk ne zaman ilgilenmeye başladınız?

Yönümü değiştirmeye karar verdiğim dönemde, pandemi nedeniyle hemen Artvin’e gidemedim. Bitirmem gereken bir okul ve okul bitirme projesi de uzun zamandır beni bekliyordu. Pandeminin yarattığı boşluk, projeyi tamamlamak için güzel bir fırsat sundu. Dışarıya çıkma imkanım olmadığı için yazdığım hikayeden vazgeçmek zorunda kaldım. Tek yapabileceğim, stop motion bir dünyaya dönmekti. Bu tekniğe eski deneyimlerimden dolayı aşinalığım vardı. “Çibu” adını verdiğim bir hikaye üzerinde çalıştım. Set tasarımı sürecinde yaşadığım keyif benzersizdi. Kendimi bu dünyada çok ait hissettim. Sonra, yolumu tamamen bu yöne çevirdim.

Filmin tek karakteri olan Katsi, yakacak odun aradığı sırada karşılaştığı bir aile portresiyle adeta geçmişe dönüyor. Film de bu andan itibaren daha duygusal ve bir nevi karanlık bir yola giriyor. Bunu da hikayedeki kargayla daha açık biçimde hissediyoruz. Filmin bu atmosferi sonu için de bir ipucu oluyor aslında bir bakıma. Katsi’nin hikaye içindeki mevcut konumunu oluştururken gerçek hayatınızdan referans aldığınız kişi ya da kişiler oldu mu?

Ne güzel bir şekilde ifade etmişsiniz, teşekkür ederim. Korosi, kargasıyla, mekânıyla ve karakterleriyle bütünüyle gerçek hayatın yansıması. Katsi aile portresini tavan arasında buluyor. Bu mekân, çocukluk yıllarımızda göz açıp kapayıncaya kadar geçtiğimiz bir yerdi. Her seferinde Çiğdem’le birlikte orada başka bir dünyanın var olduğuna inanırdık ve bu dünya oldukça ürkütücüydü. Tüm korkutucu karakterleri orada yaşatıyorduk. Bu aynı zamanda çok eğlendiğimiz bir durumdu. Bu nedenle hikâyenin başlangıç noktasının tavan arası olması kaçınılmazdı.

Karga ise filmin metaforu. Batıl inançlarla ilgili hikâyeleri dinlemekten büyük keyif alırım. Kültürümüzde var olan, çocukluğumdan beri sık sık kulağıma gelen bir inanış var. Evinizin önüne karga veya baykuş gelip ötüyorsa, bu o evin içine kötü bir haberin gireceği anlamı taşır. Köyde bulunduğum süre içinde üç gün boyunca bu karga hikâyesini deneyimledim. Karga, köyümüzde sık sık karşılaştığımız bir hayvan değil. Genellikle atmaca, baykuş, yarasa gibi hayvanlarla karşılaşırız. Belleğime kazınmış olan bu batıl inanç nedeniyle üç gün boyunca istemsizce korku yaşadım. Ne yazık ki, ilerleyen günlerden birinde beni derinden etkileyen bir kayıp yaşadım. Hem bu kaybın etkisi, hem de çocukluk yıllarımın ardından uzun bir süre orada bulunmanın bende uyandırdığı geçmişe dönüş duygusu, baktığım köşelerin sahipleri olan ve artık aramızda olmayan o güzel insanlar, hepsi benim esin kaynağım oldu aslında. Kimseyi direkt olarak anlatmadım, ancak geride kalan herkes filmin içinde seçtiği bir noktada kendinden bir parça buldu.

Doğduğumuz ilk andan bu yana içinde bulunduğumuz aile kavramı günümüzde her ne kadar değişime uğrasa da özellikle toplumumuzda o gücünü korumaya devam ediyor. Sizin için aile olmak ve benzer duyguları paylaşmak ne anlam taşıyor?

Bu konuda gerçekten şanslıyım. Güçlü bir annem ve kahramanım olarak gördüğüm bir abim var. Geniş bir aileye sahibiz ve birbirimize çok bağlıyız. Bu bağ benim için son derece değerli. Onların varlığı sayesinde hayatım boyunca hiç yalnız hissetmeyeceğimi biliyorum. Aile olmak demek, en yalnız eyleminizde bile arkaya dönüp baktığınızda sadece sizin görebildiğiniz, omzunuzda duran o kusursuz ve güçlü eller demek benim dünyamda.

Katsi’nin aileye bakış açısı da benzer şekilde, ancak o yalnızlığa düşmüş bir adam. Ailesine derin bir özlem duyuyor. Bu nedenle film boyunca yüzünde hiç gülümseme görmüyoruz. Tek gülümsediği an, öldüğü ve ailesine kavuştuğu, kuş olarak uçup gittiği an.

Filminiz hiç diyalog içermiyor ve bu noktada da diğer kısa filmlerden kolaylıkla ayrılıyor. Nitekim Katsi’nin yaşadığı o duygusal yoğunluğu seyirciye bizzat aktarmayı başarmışsınız ve bu da hikâyenin etkisini daha gerçekçi kılıyor. Diyalog olmayan bir filmde olay veya durumu etkileyici şekilde anlatmak için teknik anlamda hangi yöntemleri uyguluyorsunuz?

Bunu başarabilmek gerçekten güzel bir his. Diyalogsuz bir filmde, akıcılık ve gerçekçilik sağlamak için en önemli unsurlardan biri bence ses tasarımıdır. Korosi’nin ses tasarımını Mürsel Aslan üstlendi ve yaptığı tasarımla filme bambaşka bir boyut kattı. Diğer bir önemli nokta ise müzik, burada da Rapozof harika bir iş çıkardı. Tekniğim, doğru insanlarla çalışmak diyebilirim.

Stop motion tekniği ile hiç de kolay olmayan bir yükün altına girdiniz bu filminizle. Her ne kadar 7 dakika 15 saniyelik bir film olsa da ortalama her gün 3-4 saniyenin çekildiği bir zorluğu düşündüğümüzde yaptığınız işin değeri daha iyi anlaşılıyor. Türe uzak olanlar ve merak edenler için filmin üretim sürecinin hangi aşamalardan geçtiğini ayrıntılı bir şekilde anlatırsanız bu emeği daha iyi anlayabiliriz.

Korosi’de, var olan kuralların ve kalıpların dışında hareket ettim. Kullanmam gereken kare sayısının çok altında bir kare sayısı kullandım. Bu film üzerinden konuşarak tam anlamıyla tekniği aktarmak doğru olmayabilir. Ancak, merak eden ve uygulamak isteyen insanlara denemekten asla korkmamalarını söylemek adına harika bir fırsat olduğunu söyleyebilirim.

Korosi’nin oluşum süreci şu şekilde gerçekleşti: Ailemizde nesilden nesile geçen marangozluk yeteneği bulunuyor ve neredeyse her evin altında bir atölye mevcut. Köy evimizi ve atölyeyi mekân olarak kullanmayı kafama koydum. Hikâye hazırdı ve bir karakter yaratmamız gerekiyordu. Gerçek mekân kullanacağım için karakterin boyunun da yaklaşık 1.50 olması gerekiyordu. Ailemizin başka bir yeteneği olan Göksel Subaş ile fikirlerimi paylaştım ve o bana tahtadan bir karakter iskeleti tasarladı. Eklem hareketi verebilmek için birleşim yerlerinde vidalar kullandık. Çiğdem ise karakterin yüzünü doğadan bulduğu parçaları birleştirerek oluşturdu. Gözleri ve ağzını ekmek hamurunu sobada kurutarak yaptı. Karakterin ayakta durabilmesi için ayakkabısının içine beton döktük. Beton ve ekmek hamuru belki anlamsız görünebilir ve bir tebessüm yaratmış olabilir ancak başka seçeneğimiz yoktu. Pandemi dönemiydi ve bir malzemeye ulaşmak imkânsızdı. Elimizde ne varsa onu kullanmak zorundaydık. Teknik imkânlarımız da oldukça kısıtlıydı, ancak bu durum hikâyemden vazgeçirecek kadar etkili değildi. Çünkü biliyordum ki teknik açıdan eksik olsam da hikâyemi anlatabilecektim.

Çekime başladık. Karakterin kendine özgü, biçimsiz bir vücut diline sahip olmasını istedim. Bu etkiyi yürüyüşünde vermeye karar verdim. Ayaklarındaki beton bu işi kolaylaştırdı. Katsi’nin yaşlı bir adam olması da bu biçimsizliğe güzel bir uyum sağladı.

Filmde dikkatimi çeken noktalardan biri de mekanların gerçek olması. Nitekim bu da anlatımın mekanik yapısını kırarak daha doğal bir hikaye ortaya çıkarıyor. Bu özellikle mi tercih ettiniz bir durumdu?

Evet, özellikle tercih ettiğim bir durumdu. Korosi benim için bir deneydi. Gerçek bir mekanın içinde tahtadan yapılmış bir iskeletle gerçek boyutlarda bir karakteri hayata geçirmenin ne kadar mümkün olacağını bilmiyordum. Cevabı bulabilmek için deneyimlemem gerekiyordu. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu ve ben de denedim.

Filmin sanat yönetmeni Çiğdem Subaş’tan da söz etmeden geçmememiz gerek sanıyorum. Kendisinin dokunuşları size ne tür kolaylıklar sağladı?

Çiğdem, benim eksik kalan yönlerimi tamamlayan, tanıdığım en yetenekli kadın. Kendisinin dokunuşları, filmin var olmasını sağladı. Yalnız başıma bu yükü kaldıramazdım. Onunla birlikte çalışmak, bir yolculuğa çıkmak ve birlikte yeni dünyalar keşfetmek benim için büyük bir ayrıcalık.

Stop motion tekniğiyle üretilmiş filmlerden en beğendikleriniz hangileri? Okurlarımız için de öneride bulunmak ister misiniz?

Tim Burton’un The Nightmare Before Christmas’ı ve tabii ki aldığı ödülle kalbimi sıcacık yapan Guillermo Del Toro’nun Pinocchio’su. Yapım sürecini anlattıkları bir bölüme de sahip. Merak edenler için harika bir referans olabilir. Mary and Max, Shaun the Sheep, Wallace and Gromit… Aslında bu liste böyle uzar gider çünkü bir “en” yaratamadım kendime. Hepsinin dünyası çok farklı ve çok güzel.

Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?

Bir bakıma başlangıçta okul tahtası gibi de düşünebiliriz. Kısa filmlerin değerli bir başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum. Özellikle genç yönetmenlere, kendi yaratıcılıklarını sergileyebilme, deney yapabilme özgürlüğü ve sinematografik tarzlarını geliştirme imkânı veren bir alan. Aynı zamanda hikâye anlatma becerisi geliştirmek, teknik becerilerini pekiştirmek ve sinema dilini keşfetmek için de önemli bir araç.

Uzun metraj bir film çekmek için hazır olma süreci, her yönetmen için farklılık gösterir elbette. Yeterli deneyim, yazma süreci ve hikâyenin tam olarak olgunlaşması gibi faktörler, uzun metraj bir projeye hazır olmanın en önemli göstergesi. Kendi adıma, bugün uzun metraj bir filme adım attığımı düşünemiyorum. Ancak bir gün gerçekleşeceğine inanıyorum, fakat daha fazla yazıp çizmem gerekiyor o tahtada. Hazır olduğumu hissettiğim an, tahtam sıçrama tahtasına dönüşecektir.

Son yıllarda sinemamızda kısa filmlere daha fazla ilgi ve destek olduğunu söyleyebilirim. Kısa filmler, uzun metraja nazaran daha düşük bütçeli yapımlar olduğu için biraz daha kolay bir şekilde hayata geçebiliyor ama bilmediğimiz o yerlerde, hayat bulmayı bekleyen çok güzel ve çok derin hikâyeler de var. Bunların çoğu hayata geçirilemiyor. Bir sete girmenin maliyeti, geçmiş ve günümüz arasında büyük bir uçurum oluşturdu artık. Bu durum oldukça üzücü.

Son olarak üzerinde çalıştığınız başka kısa film projeleri varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?

Uzun bir süredir Budu adında bir kısa film üzerinde çalışıyorum ve eylül ayının sonunda tamamlamayı umuyorum. Filmin karakter tasarımında yine Çiğdem Subaş imzası var. Set tasarımı ve çekim süreci tamamen benim sorumluluğumda olan bir film. Fantastik ve biraz gerilim dolu bir yapım diyebilirim. Daha fazla ipucu vermeyeyim çünkü çok yakında izleyebileceğiz. Budu konusunda büyük bir heyecan içindeyim.

Uzun süredir Budu üzerinde çalıştığım için bugün sizinle Korosi’nin geçmişine dönmek benim çok mutlu etti. Korosi’nin festival sürecini kısa tutmayı tercih ettim. Tadında bırakmak istedim. Bir gün “birbirimize ne kadar benziyoruz” diyebileceği bir şarkının karşısına çıkmasını ve Korosi’nin de o güzel şarkının klibi olmasını çok istiyorum. İşaretlere inanırım ve belki bugün, bu dileğin güzel bir işaretidir.

PAYLAŞ

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir