“Yaptığım İşin Derin Anlamları Olması Gerekmiyor”

Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 59. haftasından herkese merhaba. Önemli bir zaman ve emek harcamayı gerektiren stop motion tekniğine kısa metrajlarda pek sık rastlama fırsatımız olmuyor. Karşılaşınca ise kesinlikle şans verilmesi ve deneyimlenmesi gereken bu türü özel bir yerde konumlamak gerek hiç kuşku yok ki. Bugünkü konuğum da ilk kısa metrajında stop motion bir işe imza atarak yönetmenlik kariyerine farklı başlangıç yapan isimlerden biri. Meriç Atalar’ın yönetmenliğini Isabel Loyer ile gerçekleştirdiği Med Cezir Tango, boş bir evde yalnız başına olan küçük bir kızın büyülü ritüeline odaklanıyor.

Meriç Atalar ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.

Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

Film hakkında konuşmadan önce sizi tanıyalım. Kimdir Meriç Atalar?

Merhabalar, 1992 Ankara doğumluyum. Ankara’da güzel sanatlar okuduktan sonra stop motion animasyon masterı yapmak için İspanya’ya geldim ve hala burada yaşıyorum. Film ve reklam projelerinde karakter tasarımcısı, kukla yapımcısı veya animatör olarak çalışıyorum. Master bitirme filmi olarak Isabel (Loyer) ile yaptığımız Med Cezir Tango ilk filmim.

Uzun metrajlarda dahi çok sık rastlamadığımız stop motion tekniğini kısa metrajda kullanmak… Bu karar ne kadar geçmişe dayanıyor? Stop motion ile ilk ne zaman ilgilenmeye başladınız?

Stop motion animasyon, her zaman diğer animasyon tekniklerinden çok daha farklı ve enteresandı benim için. Sovyet animasyonlarındaki karanlık ve gizemli dünya, Polonyalı bağımsız stop motion sanatçılarının garip ve çekici filmleri, objeleri kullanmaları, buluntu eşyaları bozup tekrar yaparak oluşturdukları karakterler ve setler çok çekici. Üretilen şey hem izlemesi çok keyif veren, insanı içine çeken sanatsal ürünlerdi hem de ‘’yüksek sanat’’ değillerdi. Güzel sanatlar okuyordum, resim ve heykel yapıyordum ama geleneksel anlamda bir sanatçı olmak hiç de bana uyan bir şey değil. Yaptığım işin derin anlamları olması gerekmiyor. Ayrıca saatlerce aynı şeyi tekrar tekrar yapabilirim. Bu yüzden yaptığım kuklayı milim milim hareket ettirmek, her harekette fotoğrafını çekmek ve saatler sonunda onun sadece bir adım attığını görmek tam da bana göre bir şey!

VCD’lerden film izlediğimiz zamanlarda bir uzun metraj animasyon filminin yapım aşaması ekstra olarak eklenmişti, o zaman ilk defa izlemiştim uzun metraj bir animasyonun making of’unu. Çok etkileyiciydi, kukla departmanı, set departmanı, animatörler, kocaman bir ekibin nasıl bu iş için çalıştığını görmüştüm, baya büyülenmiştim.

Stop motion tekniğini kısa metrajda kullanmaya dair, kendi başınıza evde bir film çekiyorsanız, stop motion bir kısa yapmak çok küçük bir bütçe ile bir film yapmayı mümkün kılıyor. Haliyle oyuncunuz yok ve setiniz bir masa kadar bile olabilir.

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyon süreci ne kadar sürede tamamlandı?

Filmin yazımı çok lineer ilerlemedi. Çünkü ilk başta sadece bir kukla yapıyorduk, film fikri şekillenmemişti. Aklımızda beğendiğimiz filmlerden bazı referanslar ve birkaç ilham aldığımız resim vardı. Kuklayı yapmak bir hafta sürdü ve sonra “Birkaç sahne çekelim bakalım, kuklayla oynayalım” derken üzerine bir hikaye yazmaya başladık. Dolayısıyla plansız programsız denebilir. Ancak tüm çekim bir buçuk ay sürdü diyebilirim. Çekerken bir yandan ses ve müzik için çalışıyorduk. Fazla bir post prodüksiyon işimiz de olmadığı için iki, iki buçuk ay sürdü toplamda.

Filmin bir diğer yönetmeni ise Isabel Loyer. Kendisiyle çalışmak filmin üretim sürecinde ne tür avantajlar sağladı?

Isabel ile hem aynı master programındaydık hem de ev arkadaşıydık. Ama asıl büyük şansımız şu ki bir film yaparken aramızda inanılmaz bir uyum var, her şey çok kolay gelişiyor. Normalde birden fazla kişiyle, hele de görev dağılımı net olmadan bir iş üretmek çok zordur. İki yönetmenli film zor olur. Ama bizim beraber bir şeye karar vermemiz o kadar kısa sürüyor ki tek başınıza olsanız bu kadar kolay olmaz. Bir de ben onun yaptığı işi çok beğeniyorum, o da benimkini beğeniyor ki birbirimize birçok şeyi gözümüz kapalı bırakıyoruz. Bazı şeylere ortak karar vermemize veya birbirimizden onay almamıza gerek kalmıyor.

Film, boş bir evde yalnız başına, küçük bir kızın yaptığı büyülü bir ritüele odaklanıyor. Filmin hikayesinin ortaya çıkışı nasıl gerçekleşti?

Filmin çıkış hikayesi bir karantina hikayesi. Biz Isabel ile 2019 mart’ta eve çıktıktan bir hafta sonra bulunduğumuz şehirde karantina başladı. Covid-19’u duyuyoruz, karantina ne zaman bitecek bilmiyoruz, eşyasız bir evdeyiz, oyalanacak pek bir şey yok… Kahve falı bakıyorduk. Ne olacak ne bitecek diye oyalanıyoruz, Isabel de bakıyor. Sonra tarot falı bakalım dedik. Aslında kart yoktu, bakmayı da bilmiyoruz ama Isabel küçük tarot kartları yaptı, anlamlarını okuduk vesaire. Bir yandan da kuklayı yapıyorduk. Sonra bir deneme yapalım dedik, kuklamız kartlardan birini açsın, baksın… Bu sahne çok hoşumuza gitti, yaptığımız kukla gizemli, küçük bir kız, eline bu kartlar yakışmıştı. Sonra biraz oynamaya başladık. 6 tane kart seçelim, bu kartlar kuklanın önünde kapalı dursun. Önce ben kuklaya ilk kartı açtırayım ve çıkan kartın anlamına dair bir animasyon yapayım ve sonra devamını getirmek için diğer sahneyi Isabel’e  bırakayım, ikinci kartı kuklaya açtırsın, kart ona ne ifade ediyorsa ona göre bir animasyon yapsın. Her kart için iki günümüz vardı. İki gün ben, iki gün Isabel çekim yapıyor ve birimizin çektiği sahne diğerine sürpriz oluyordu. Hem kartların sürpriz olması hem de bir önceki sahneyi devralmak acayip oyuncu ve keyifliydi.

Bu kadar oyuncu bir yöntemle bütünlüklü bir iş çıkarabilmemizin sebebi de vermek istediğimiz duygu hakkında birbirimizi çok iyi anlayıp ortaklaşmış olmamızdı bence. Yaratmak istediğimiz karakter ve ortamda hem fikirdik. Karakterin bir sihirbaz gibi hareket etmesi, filmin ışığı, kartların gizemi ve eski bir tangonun verdiği özlem ve hasret duyguları bir şekilde bütünlük sağladı diye düşünüyoruz.

Hikayeye bir iskelet oluşturmak için de aynı bizim gibi boş bir evde yalnız başına olma halini, ve birtakım karşıtlıkları baz aldık. Örneğin bir mum ışığıyla başlıyoruz, gün ışığında bitiriyoruz. Ateşle başlıyoruz, suyla bitiriyoruz. Kapanmışlık ve özgürlük karşıtlığı var. Böylece filmin kendisi bir oyun olsa da karakterin yolunun bir başlangıcını ve ulaştığı noktayı koyabilmiş olduk.

Kısa metraj filmlerde animasyon türüne çok sık rastlamıyorken siz bir stop motion animasyona imza attınız.  Yaptığınız işin ilgiyle takip edilmesi üzerinizde bir baskı yaratıyor mu?

Stop motion animasyon yapmak live action film yapmak kadar popüler değil tabii ki. Ama zaten ikisi o kadar farklı ki, karşılaştırması güç. Bir stop motion iş, genelini live action filmlerin oluşturduğu bir kısa film gösteriminde enteresan ve farklı kalabiliyor ama aslında çok büyük stop motion film festivalleri var. Her ülkeden acayip yetenekli insanlar çok iyi filmler üretiyor, benim üzerimde baskıyı da asıl bu oluşturur!

Filminiz hiç diyalog içermiyor ve bu noktada da diğer kısa filmlerden kolaylıkla ayrılıyor. Diyalog olmayan bir filmde olay veya durumu etkileyici şekilde anlatmak için teknik anlamda hangi yöntemleri uyguluyorsunuz?

Aslında diyalog olmamasına arka plan olmamasını da eklemek istiyorum çünkü ikisinin de sebebi benzer. Tamamen koşullarla ilgili, bu film özelinde. Eğer diyalog yazmak istiyorsak kuklanın dudakları ve çene mekanizmasını hareket edebilir şekilde yapmalıyız ki kukla konuşabilsin. Ancak elimizde olan imkanlarla sadece bedenini hareket ettirebilen bir kukla yapabiliyorduk.

Arka plan da dikkat ederseniz siyah, karanlık. Kuklanın 30 cm olduğunu düşünürsek set de bir çalışma masasından büyük değil. Arka plan gösterebilmek için seti bir çalışma masasından çok daha büyükçe kurmalısın, ancak böyle bir alanımız yoktu.

Dolayısıyla böyle bir yarı amatör stop motion filmde, koşullar filmin sınırlarını oluşturuyor ve hikayenin şekillenmesine de destek oluyor diye düşünüyorum, bir yandan hoşuma giden bir durum. Neredeyse sıfır bütçe ile kendi odanda bir film çekebilmek mutlu edici ve cesaret verici.

Tabii ki diyalogsuz ve tek masada geçen bir filmde başka şeyleri güçlendirmemiz gerekir ki etkileyici bir şeyler hissettirsin. Bu noktada ben filmde yer alan her şeyin, ışık, karakterin nasıl hareket ettiği, formlar, renkler, müzik, kamera açısı, objelerin dokusu bunların hepsinin bütünlüklü olup aynı duyguya hizmet etmesinin kendi başına bir şeyler hissettirdiğini düşünüyorum. Entelektüel olarak bize bir şey anlatmıyor ama güçlü bir şeyler hissettiriyor. Bence bu çok keyifli.

Kısa film türünde animasyon türü dahi ciddi emek isteyen bir iş iken siz stop motion ile hiç de kolay olmayan bir yükün altına giriyorsunuz. Filminiz 3,5 dakika gibi çok kısa bir süreye sahip olmasına karşın eminim ki ortalama 15-20 dakikalık bir kısa film kadar iş yüküne sahip oluyorsunuz. Türe uzak olanlar ve merak edenler için filmin üretim sürecinin hangi aşamalardan geçtiğini ayrıntılı bir şekilde anlatırsanız bu emeği daha iyi anlayabiliriz.

Stop motion tekniğinde insan kuklaları genelde 25 cm civarında yapılır, buradan setlerin büyüklüğünü hayal edebiliriz. Kuklaların içinde telden veya ball and socket armatür/iskelet olur. Böylece kukla onu hareket ettirdiğimiz pozisyonda kalır ve fotoğrafını çekeriz. Bir kamera görüntüsünde nasıl saniyede 24 kare fotoğraf varsa, biz de kuklayı kare kare hareket ettirip fotoğraflayarak videoyu oluştururuz. Dolayısıyla masadan bardak alıp ağzına götürme hareketi 2 saniye sürüyorsa bu hareketi kare kare çekmek 48 kere fotoğraf çekmek demektir. Her zaman bir saniye için 24 kare fotoğraf çekmemiz gerekmeyebilir ama bir animatör günde örneğin 8 saniyelik bir animasyon bitirebiliyorsa bu normal bir süredir. Storyboard ve planlama çok önemlidir çünkü gerekenden fazla görüntü çekip kurguda editlemek bir live action filmdeki mantıkla aynı değildir. Her bir saniyelik animasyon büyük bir emek ve zamandır.

Kısa filmlerde çalışan ekip küçük tutulabilse de uzun metraj filmler için onlarca animatör eş zamanlı olarak farklı setlerde çalışır, onlarca kişilik kukla yapım, set ve filmin gerekliliklerine göre profesyonelleşmiş sanatçıların çalıştığı departmanlar vardır. Dolayısıyla oldukça zaman alan ve pahalı bir iştir.

Filminizin avantajlarından biri de büyük bir prodüksiyona gerek kalmadan, geniş çaplı bir sete çıkmadan ve oyuncular olmadan oluşturulabilmesi. Bu durumun ne tür avantaj veya dezavantajları bulunuyor?

Bu durum kendi küçük çaplı filmini çekebilmek için harika bir avantaj. Tek başına, sıfır bütçe ile kendi odanda çok enteresan görseller yaratabilirsin. Büyük festivallere katılabilirsin. Ayrıca stop motion neticede fotoğraf karelerinin birleştirilmesi ile ortaya çıktığı için, eline geçen her şeyden bir film üretebilirsin az çok… Mutlaka kukla yapmamız gerekmiyor, objeleri, kumaşları, kumu, dokusu bize enteresan gelen her şeyi kullanabilir, illüzyonlar yapabilir, ışıkla, perspektifle, görüntünün her öğesiyle oynayabiliriz. Dolayısıyla az imkanla yapılabilirlik avantajının olmasının yanında bayağı oyuncu bir teknik diye düşünüyorum.  Dezavantajı için aklıma gelen şey şu bir tek, sınırlı sayıda prodüksiyon olduğu için, stop motion prodüksiyonlar live actionlar kadar yaygın olmadığı için her zaman ekstra işler yapmanız gerekiyor.

Kısa filmlerin yer aldığı film festivallerinde belgesel, animasyon ve stop motion gibi türler uç örnek olarak görülüyor ve seçkide kendine yer bulurlarsa şanslı sayılıyor. Bu duruma dair görüşleriniz neler?

Sanırım alışık olmadığımız için animasyon bir filmi seçkiye almak riskli olarak görülüyor. Bir kısa film seçkisinde ödülün animasyona verileceğini tahmin edemiyorum. Belki live action kadar ciddiye alınmıyor, hep onu çocuklaştıran “çizgi film” düşüncesi var. Ama çok güzel animasyon filmi festivalleri var, animasyoncuların kendilerine yarattığı büyük alanları var ve bence bu alanları oldukça değerli buluyorlar.

Stop motion tekniğiyle üretilmiş filmlerden en beğendikleriniz hangileri? Okurlarımız için de öneride bulunmak ister misiniz?

Çoğu kısa olmak üzere aklıma gelen çok sevdiğim filmler: Oh Willy… (Emma De Swaef, Marc James Roels), Bigger Picture (Daisy Jacobs), Zepo (Cesar Diaz), Le Chien (Pierre-Luc Granjon), Ma Vie de Courgette (Claude Barras), The Street (Caroline Leaf), Street of Crocodiles (Quay Brothers).

İlerleyen yıllarda uzun metraj film çekme düşünceniz var mı?

Uzun metraj film çekmek benim ancak örnek aldığım yönetmenlerin yaptıkları bir iş şu anda. Bu işin altından kalkmak hiç kolay değil, uzun bir yol var.

Son olarak üzerinde çalıştığınız başka kısa film projeleri varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?

Isabel ile başka bir kısa filme başlıyoruz. Önce rüyasına giren, sonra hayatını işgal eden çok güzel bir balığın peşinden giden bir kaplumbağanın hikayesi. Rüyayla gerçek arasında gidip geliyoruz ancak ikisini ayıran çizgi zamanla bulanıklaşıyor. Heyecanlıyız, şimdilik prodüktörlerle planlama aşamasındayız.

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir