‘Senaryolarım Gücünü Hayattan Alıyor’

Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinde uzun metrajın yanı sıra kısa filmler de çeken yönetmenleri ağırladığım iki haftanın ardından yeniden uzun metrajına imza atmayan kısa filmcileri tanımaya dönüyoruz.  Serinin bu haftasında üzerine konuşacağımız kısa film, oğlu Mert’in doğum günü kutlaması sırasında aldığı telefonla, ölüm raporu hazırlamak üzere yaşlı bir adamın evine giden Doktor Bahar’ın görevi sırasında yaşadığı ikilemi işleyen; başrollerini Tülin Özen ve Nihal Yalçın’ın paylaştığı Yara olacak. 

Bu haftanın röportajında daha yakından tanıyacağımız isim, 21. İzmir Kısa Film Festivali’nin Ulusal Kurmaca Film Yarışması’nda En İyi Ulusal Kurmaca Film ve En İyi Oyuncu (Tülin Özen) ödüllerini kazanan Yara filminin yönetmen ve senaristi Onur Güler olacak.

Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

***NOT: Film şu an için MUBI Türkiye kataloğunda yer alıyor. Dilerseniz röportajı okumadan önce filmi buradan izleyebilirsiniz.***

Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Onur Güler?

Sanatı ve içindeki yaratma, yeni bir şey var etme hissini çok seviyorum. Birde düşündüklerimi daha çok kişiye ulaştırmak hissiyatı belki de beni sanata iten şeydi. Ben, konservatuar tiyatro bölümü mezunuyum. Küçüklükten beri tiyatro ile devam eden başka bir aşk vardı bende, o da sinemaydı. Öğrenciyken teknik ve teori bilgimi geliştirmek için çeşitli atölyelere gittim. O süreç içerisinde Boşluk kısa filmini yazıp, yönettim. Birçok festival gezip Altın Koza ödülünü aldı. 

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyon süreci ne kadar sürede tamamlandı?

Yazım süreci bir hafta gibi bir süre diyebilirim. Ben hikayeyi ve yapıyı 6-7 ay kafamda kurup o şekilde masaya oturmayı seviyorum çünkü direkt masa başına geçince düşündüğüm hikayeyi teori ve senaryo matematiklerine kurban edecekmişim gibi geliyor. O yüzden hikaye önce kafamda yaşamalı.

Ardından bakanlığa başvuru, oyuncularla görüşme, bakanlıktan destek çıkması ve ekiplerin hazırlığı derken 7-8 aylık bir süreç aldı. Çekim bir gün sürdü. Post prodüksiyon süreci bir yılı buldu. Senaryonun bitmesiyle ilk festivalde gösterimi arasında tam iki yıl var.

Filminizin başrollerini iki başarılı kadın oyuncuya emanet etmişsiniz. Bu durumu yönetmeni erkek olan kısa veya uzun metrajlı filmlerde pek rastlayamıyoruz maalesef. Bir erkek olarak başrollerde kadınların olduğu bir hikayenin senaryosunu yazma ve başarılı bir film çıkarma konusunda tereddütler yaşadınız mı?

Kesinlikle, bu çok zor bir durum. Bir erkek olarak karşı cinse dair bir hikaye kurmak ve tamamıyla onların üzerine filmi oturtmak ciddi anlamda işimi en çok güçleştiren durumlardan biriydi diyebilirim.  Bu zor durum yer yer bana keyif verse de zor bir projenin altına elimi attığımın farkındaydım. Fakat iki kadının içine düştüğü zor durumu görünür kılabilmeye çalışma duygusu bütün zorlukların üstesinden geldi diyebilirim. Ayrıca çalıştığım oyuncuların çok profesyonel isimler olup çok hızlı bir şekilde projeye adapte olmaları elimizi rahatlattı.

Bazı senaristler senaryosunu yazarken henüz bir isimle anlaşılmamışken “Ben bu karakteri şu oyuncu veya oyuncuyu düşünerek tam da onun için yazdım” der. Siz bu bağlamda senaryonun yazım aşamasında Tülin Özen ve Nihal Yalçın’ı başrollerinizde görme hayaliyle mi yazdınız?

Hikaye kurarken aklımdan bir oyuncu geçmemesine çalışırım çünkü o oyuncu kabul etmez ve kurduğunuz dünya yok olur gider. Bu düşünceme rağmen nedendir bilmem senaryo sürecinde özellikle Nihal Yalçın’ı çok düşünüyordum. Doktor Bahar karakterini baştan daha farklı bir mizaçta biri olarak planlamıştım fakat zamanla evrilince bu role de Tülin Özen’den başka birini düşünmemeye başladım. İki istediğim oyuncunun projeye direkt “Evet” demeleri her kısa film yönetmeninin başına gelmeyecek bir durum tabii.

Özellikle son yıllarda ülkemizde çekilen kısa filmlerde uzun metraj veya dizilerde rol almış tanıdık yüzleri daha sık görmeye başlıyoruz. Bu durum hiç kuşku yok ki kısa film yönetmenlerini de heveslendiren noktalardan biri. Siz başrol oyuncularınızı seçerken özellikle tanınmış yüzlerle mi çalışmayı tercih ettiniz?

Böyle bir amaç hiç gütmüyorum. Çünkü önceki iki kısa filmimin başrolleri no name ama çok başarılı arkadaşlardı. Boşluk kısa filminde yan rolde Rüçhan Çalışkur vardı. Sadece bu projenin her aşamasını uzun metrajın provası gibi planladığımdan bu şekilde gelişti diyebilirim. Çok başarılı olan kısa filmlerin çoğunda ünlü oyuncu yoktur. Bence kısa filmde ünlü oyuncu olması avantaj yerine tam tersi dezavantaj.

Film, üzerine düşünüldüğünde toplumsal gerçekler, aile içi ilişkiler, intikam, kadınların karşı karşıya kaldığı sorunlar ve vicdan gibi olguları son derece ayakları yere basan şekilde anlatmayı başarıyor. Toplumsal gerçekliğe dair bu türde kısa filmleri fazla görmediğimiz sinemamızda önemli bir adım da atmışsınız. Bu konuya dair görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

Düşündüğüm hikayede bu coğrafyanın izlerini taşımasına çok dikkat ediyorum. Bu coğrafyada yaşayan insanın ruhsal, toplumsal ve sosyal problemleri olmayınca bana bir şeyler hep eksik geliyor. Böyle söyleyince, herkes siyasi film yapmak istediğimi düşünüyor. Tamamıyla hayır. Ben yanı başımda atanamamış öğretmen olan arkadaşım dururken kurduğum karaktere klişe meslek vermeyi düşünememekten bahsediyorum. Yaşadığım dünyaya, insanlara, arkadaşlarıma kayıtsız kalırsam hikayelerime samimiyetsiz bir hava katacağımı hissediyorum. Senaryolarda kurmaya çalıştığım dünya, gücünü sırtını döndüğümüz hayatlardan alıyor.

Filminizde hiç müzik kullanmamanız da hikayenin dram, gerilim ve çatışmalarla geçen süresini de oldukça doğal şekilde yansıtmasını sağlıyor. Bu durum bilinçli bir tercih miydi?

Filmde en çok düşündüğüm noktalardan biride müzik kullanıp kullanmamaktı. Filmin dokusu yüzünden müzik kullanımı filmin ritmini bozup filme istemediğim bir dramatizasyon verebilirdi. O yüzden özellikle kurgucumla bunu çok düşündük. Sonunda tamamıyla sessiz kalarak, insanları bir yöne çekmeye çalışmadan sadece empati ve vicdan arasında kendilerini bir sorguya bırakmalarını sağlamaya çalıştım.

Filmin final sahnesindeki Doktor Bahar’ın karşı karşıya kaldığı durum ile vermiş olduğu karara uygun çok akıllıca bir sembolik anlatım yapmışsınız. Filmin bu sahnesini izledikten sonra aklıma direkt olarak usta yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filminin final sahnesindeki Doktor Cemal geldi. Bu noktada o filmdeki sahneden esinlenip esinlenmediğinizi merak ettim.

Nuri Bilge Ceylan, ben ve birçok arkadaşımı etkilemiş bir yönetmen. Kısa film senaryo pratiği yüzünden sonda karakterin girdiği durumu daha bir görünür kılabilmek için bir sahneye ihtiyacım vardı. Fazla söz kullanmayı sevmediğimden ve böyle bir konuda didaktik yerlere kaçacağından sözsüz olarak göstermek istiyordum. Cenaze aracından yola çıkmak aklıma geldi. Senaryo sürecinde Bir Zamanlar Anadolu’da filmi aklıma hiç gelmedi. Tabii bunu diyerek esinlenmedim demek çok yanlış olur. Ustanın her filminden büyük dersler alıyorum. Bu yüzden elbet etkilenmişimdir.

Pandemi sürecinde sinema sanatı da değişime açık bir konuma geldi diyebiliriz. Mevcut koşullarda uzun metrajlı film çekmek çok zorlu bir süreç olduğu için yönetmenler kısa film çekmeye biraz daha odaklanabilir ve önümüzdeki birkaç yıl içinde bunun sonuçlarını daha net görebiliriz. Bu düşünceye katılıyor musunuz?

Çok güzel bir tespit. Özellikle son 3-4 aydır arkadaşlarımla konuştuğum bir durum. İzleme ve odaklanma süreleri yavaş yavaş düşüyor. Bu durum süresi kısa olan dizilere yönelttiği gibi kısa filme de yöneltecek diye düşünüyorum. Hem çekim maliyetleri hem gösterim zorlukları yüzünden böyle bir sürece girilebilir. Burada bizlere düşen filmlerin perdelerle buluşmasını sağlayıp elimizden geldiğince sinema salonlarını desteklemek ve desteklettirmek.

Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?

Maalesef haklı bir durumdu. Uzun metrajın ciddi maddi zorlukları ve farklı dinamikleri var. Hiç set görmemiş birinin direkt 90 dakika çekmesi imkansız. Sinemayı üniversitede okumamış kişilerin bunu deneyimlemesi gerekiyordu. İster istemez o şekilde bir sıçrama tahtası görüldü fakat bu zamanla aşıldı. Şu anda roman ve hikaye kitabı gibi bir duruma döndü. Roman yazmış kişi nasıl arada hikaye kitabına dönebiliyorsa kısa filmde zamanla buna evrilecek. Hatta dijital platformlar sayesinde daha ciddi bir yol alabilir.

İlerleyen süreç için üzerinde çalıştığınız başka kısa film projeleri mevcut mu?

Yeni bir kısa film senaryosu yazdım. Pre-production sürecine Aralık ayı itibariyle girdik. Hedefimiz Nisan 2021’de set demek. Tabii destek bulabilirsek.

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir