İstanbul Film Festivali’nden Risk Almayı Sevmeyen Seyircilere 30 Film Önerisi

4-19 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 34. İstanbul Film Festivali dünya ve Türk sinemasının en nadide örneklerine yer verdiği çok zengin bir seçkiyle karşımızda olacak.

Akbank Galaları, Ustalar, Dünya Festivallerinden, Yeni Bir Bakış, NTV Belgesel Kuşağı, Mayınlı Bölge, Antidepresan, Çocuk Mönüsü, Geceyarısı Çılgınlığı gibi klasikleşmiş bölümler bu yıl da festivalin programında yer alıyor. Balkanlar: Ateşin Sineması, Aile Bağları, Özel Gösterim: Ufak Hakikatler ve Alman Canlandırma Sineması ise festivalin bu yıl programına dahil ettiği, seyircinin ilgisini bir kat daha arttıran bölümler.
204 filmlik uzun festival maratonunda sürprizi sevmeyen, garanti adımlarla filmler arasında ilerlemeyi seven sinemaseverlere önerebileceğim, herhangi bir sıralama mantığına göre oluşturmadığım 30 filmlik bir liste hazırladım. Listedeki filmlerin festivalde hangi bölümde yer aldığı bilgisine de yazıdan ulaşabilirsiniz. Sonraki dosyamda ise sürpriz sever sinemaseverlere yönelik bir listeye yer vereceğim bilgisini sunayım.

Şimdiden herkese iyi festivaller, doğru festival kitapçığı ve çizelgesi başına…

1-İyi, Kötü ve Çirkin / The Good, The Bad and The Ugly / Sergio Leone / İtalya-İspanya-Almanya (Eli Wallach) – Anılarına
Festivalin ‘Anılarına’ bölümünden bir film seçecek olsam, bu film kesinlikle usta oyuncu Eli Wallach adına gösterilen Sergio Leone spagetti westerni İyi, Kötü ve Çirkin olur. Wallach’ın enfes bir performans sergilediği, kurgu ve ritm konusunda okullarda ders olarak okutulması gereken, akıllardan çıkmayacak denli etkileyici sinematografisiyle sinema tarihine adını yazdırmış bu western klasiğini beyazperdede izleyebilme şansı verdiği için bile festival yönetimine teşekkür etmeliyiz.

2-Leopar / The Leopard / Luchino Visconti / İtalya-Fransa – Sinematek’in 50. Kuruluş Yıldönümü
İtalyan sinemasının görkemli filmlerinin usta anlatıcısı Luchino Visconti’nin Altın Palimiyeli filmi Leopar, bahsettiğimiz görkemi en üst düzeye taşıyan eserlerden birisi. Güzeller güzeli Claudia Cardinale’yi dahi perdede görebilmek nefes kesici bir deneyim olabilir. Ekstra olarak Burt Lancester ve Alain Delon’un karşılıklı döktürmelerini izlemek de cabası. Aristokrasi ve sınıfsal ilişkiler adına estetik olduğu kadar böylesine sert manifestovari eleştirileri sinema salonunda izleme fırsatı kaçmaz, kaçmamalı.

3-Yılanların Öcü / Metin Erksan – Özel Gösterim
Festivalin sinemamıza yaptığı en önemli katkılardan birisi olan Türk Klasiklerinin Restorasyonu girişiminin bu yıl restore ettiği film, sinemamızın ilk ve en aykırı auteur yönetmeni Metin Erksan’ın siyah-beyaz klasiği Yılanların Öcü oldu. Erksan’ın dönemin tüm teknik imkansızlıklarına ve sansür baskısına karşın muazzam bir teknik başarıya ulaştığı, köy sinemamızın en derinlikli filmlerinden birisi olan yapımı kesinlikle listelere baş sıralardan yazılması gereken bir film.

4-Çılgın Kalabalıktan Uzak / Far From The Madding Crowd / Thomas Vinterberg / ABD-İngiltere – Uluslararası Yarışma
İlk filmi Festen ile Dogma akımına dahil edilebilecek bir başyapıt ortaya koyduktan sonra ilk filmini mumla aratan filmler çekerek seyircinin aklına “Acaba ilk filmin başarısı tesadüf müydü” kuşkuları serpen Thomas Vinterberg, Jagten filmi ile öyle bir küllerinden doğuş yaşadı ki sonraki filminin gelmesini sabırsızlıkla bekler olduk. Ve sıradaki filmi, bir kısım sinema izleyicisinin adını Çağan Imak’ın Issız Adam’ındaki sahaf sahnesinde duyduğu ve son hız kitapevlerine koştuğu, Thomas Hardy’nin Çılgın Kalabalıktan Uzakta kitabının uyarlaması oldu. Amerikan sinemasının son dönemlerdeki en başarılı genç kadın oyuncusu olan, kırılgan ve hüzünlü duruşuyla kendine has bir auraya sahip Carrey Mulligan’ın baş rollerden birisi olduğu filmin basına yansıyan tablo güzelliğindeki görselleri umutları biraz daha arttırdı. Şimdiden festivalde biletleri en erken bitecek filmlerin başında geleceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

5-Yüzündeki Sır / Phoenix / Christian Petzold / Almanya Uluslararası Yarışma
Alman sinemasının ayrıksı ve sert filmleriyle tanınan yönetmeni Christian Petzold’un sinemasının her bünyeye göre olmadığını baştan söylemek gerek. Yönetmenin değişmez oyuncusu Nina Hoss’un soğuk ve gizemli yüzünün bir kez daha Petzold’un karanlık sinemasına uyum sağlayıp sağlamadığını test etmek için bile gidilir Phoneix’e.

6- Sarmaşık / Tolga Karaçelik Ulusal Yarışma
İlk filmi Gişe Memuru’nun da ilk gösterimini İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma bölümünde yapan Tolga Karaçelik, maalesef gözlerden kaçan, küçük çaplı bir mucizeye imza atmıştı. Yönetmenin kendi kabuğuyla babası arasına sıkışıp kalmış, erkeklik sorunsalını dert edinen bir erkek karakteri merkezine aldığı filminin ardından çektiği Sarmaşık ise erkeklik mefhumunu bir tekneyi mikrokosmosa dönüştürerek ameliyat masasına yatırıyor. Konu olarak Serdar Akar’ın Gemide filmini akla getiren Sarmaşık, dünya prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde finale kalarak büyük başarıya imza atarken, izleyici ve eleştirmenlerden olumlu eleştiriler almıştı.

7-Ali Atay – Limonata – Ulusal Yarışma
Bu yıl üç oyuncumuz festivale ilk yönetmenlik denemeleriyle katılıyor. Üç farklı oyunculuk tarzı bir anlamda farklı sinema anlayışlarını da müjdeliyor bizlere. Bu üçlünün içinde yer alan Ali Atay ise aykırı oyun stili ve fiziki görüntüsüyle kendine has bir noktada duruyor denilebilir. İlk yönetmenlik denemesi Limonata, adının imlediği şekerli ve serinletici bir hava taşıdığı izlenimi veren hikâyesiyle çoğu izleyicinin salondan ‘başka’ bir mizah duygusu olan bir film izlediği duygusuyla mutlu mesut ayrılacağını düşünebileceği bir film olabilir. Bakalım Limonata, Ali Atay’ın güldürürken bile kekremsi ve yüreğe dokunan bir tat bırakan oyunculuğundan nasıl izler taşıyor.

8- Beyaz Çınar / Kazım Öz – Ulusal Belgesel
Geçtiğimiz yıl festivalin ulusal yarışma bölümünde gösterilen Bir Varmış Bir Yokmuş adlı belgeseliyle festivalden ödüllerle ayrılan Kazım Öz, kendi adıma belgesel sinemamıza temiz ve yenilikçi bir nefes üfleyen, yer yer kurmacayla belgeseli iç içe geçiren oldukça samimi bir esere imza atıyordu. Bir Varmış Bir Yokmuş’un olumlu referansı Ulusal Belgesel bölümündeki diğer eserlerin içerisinden Beyaz Çınar’ı bir adım öne çıkartıyor.

9- Ufak Hakikatler – Özel Gösterim
– Bizans Oyunu / Byzantine Game / Emre Akay
– Şimdi Herkes / Now, Everyone / Zeynep Dadak & Merve Kayan
– Mujdeler Var Yurdumun Toprağına Taşına, Erdi Sinemam 100 Şeref Yaşına! / Melik Saracoğlu & Hakkı Kurtuluş
– Bilge ve Öğrencisi: Bir Reji Asistanının Gunluğu / Bilge and her Apprentice / Belmin Soylemez
– Mutlu Son / Happily Ever After / Erdem Tepegöz
İstanbul Modern’in kuruluşunun 10. Yılında, Türkiye sinemasının 100. yılına ithafen gerçekleştirdiği bu projede İstanbul Modern Sinema’nın seçtiği beş yönetmen ve yönetmen ikilisi, Türkiye’de sinemayı referans alan birer kısa film çekti. Festivalin Ufak Hakikatler başlığı altında ülkemizin önemli genç yönetmenleri tarafından çekilen beş adet kısa filmin toplu gösterimi yapılacak. Seçkinin İstanbul Modern’de yapılan ilk gösteriminden sonra yapılan yorumlarda Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş’un yönettiği Müjdeler Var Yurdumun Toprağına Taşına, Erdi Sinemam 100 Şeref Yaşına! filmi bir adım öne çıkartılırken, kendi adıma az ama öz filmler çekerek kendi sinema dilini oluşturabilmiş yönetmen Emre Akay’ın Bizans Oyunu filmine de ümitle yaklaşıyorum. Ayrıca Müjdeler Var Yurdumun Toprağına Taşına, Erdi Sinemam 100 Şeref Yaşına! filminin, 47. Siyad Ödülleri’nde yılın kısa filmi ödülünün de sahibi olduğu notunu düşelim.

10- Knight Of Cups / Terrence Malick / ABD – Akbank Galaları
Altın Palmiye ödüllü Tree of Life sonrası sinemasında bambaşka bir dönemin de başlangıcını yapan modern sinemanın filozofu Terrence Malick kariyerinde üretken bir döneme girdi. Tree of Life ile seyirciyi tam anlamıyla ikiye bölen Malick, sonraki filmi To the Wonder ile seyirciyi en amiyane tabirle dumura uğratmıştı. Doğal olarak da sevmeyenleri tarafında hatırı sayılır bir artış olmuştu. Yönetmenin Berlin’de yarışan son filmi Knight of Cups ise rüya gibi oyuncu kadrosu ve izleyeni transa sokan fragmanıyla Malick’in deneysel üslubunun nerelere gidebileceğini görmek açısından önemli bir fırsat. Bir Terrence Malick filmini sinema salonunun atmosferinde izlemenin verebileceği haz seviyesine dünyada kaç yönetmen ulaşabilir diye düşünmemiz bile yeterli aslında.

11- Gizli Kusur / Inherent Vice / Paul Thomas Anderson / ABD – Akbank Galaları
Amerikan sinemasının “Neylerse güzel eyler” ustası, her filmiyle ayrı bir şahesere imza atan yönetmeni Paul Thomas Anderson’un son filmi Inherent Vice, yönetmenin seyirciyi ilk kez ikiye bölen filmi ünvanına sahip olurken, hakkındaki gizem de günden güne katmerlendi. Seyirci olarak çok sevdiğim bir yönetmenin filmini festivalin seyirciyle kutsanmış ortamında izleyerek kantarın hangi tarafında olacağımı düşünmek bile yeterince heyecan verici. Her şeyden öte değeri bilinmemiş Joaquin Phoneix’in deli işi performansına şahit olmak için bile izlenir.

12- Tanrılarla Konuşmalar / Words with Gods / Guillermo Arriaga, Emir Kusturica, Amos Gitai, Mira Nair, Warwick Thornton, Hector Babenco, Bahman Ghobadi, Hideo Nakata, Alex de la Iglesia / Meksika – Akbank Galaları
Dünya sinemasının çok değerli yönetmenleri bir araya toplanır ve her biri kendi inançları doğrultusunda inanç ve inançsızlık temaları üzerine kısa filmler çekerse, bize de bu filmi izlemek düşer. İnanç ve din gibi işlemesi bıçak sırtı konularda başarılı bir film ortaya çıkma ihtimali ne kadar düşükse, seçkideki yönetmenleri düşündüğümüzde ortaya güçlü ve düşündürücü bir eser çıkaracakları beklentisi de o denli yüksek olduğundan, festivalin kaçırılmaması gereken deneyimlerinden birisi Tanrılarla Konuşmalar. Filmden sonra Bahman Ghobadi’nin katılacağı soru-cevap kısmı da kaçırılmayacak bir bonus.

13- Taksi / Taxi / Jafar Panahi / İran – Akbank Galaları
Sinema tarihinin sansür ve devlet baskıyla en fazla başı belaya giren yönetmenlerinden olan Jafar Panahi’nin tutsaklık sürecinde çekme başarısı gösterdiği son filmi Taksi, son Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’nü kazanma başarısı gösterdi. Festival sonrası çoğu kişi filmin ödülü hak ettiği noktasında birleşiyordu. Özellikle tek mekânda geçen filmin ne denli yenilikçi ve işlevsel bir dil kullanabildiği büyük bir merak unsuru.

14- While We’re Young / Noah Boumbach / ABD – Akbank Galaları
Filmografisinin her halkasında sinema dilini biraz daha olgun ve kendine has, melankolik ve naif bir seviyeye doğru yükselten Amerikan Bağımsız Sinemasının “ilişkiler uzmanı” Noah Baumbach’ın son filmi festivalin en görülesi yapımlarından biri olmaya aday. Zaten Frances Ha ile sinemaseverlere küçük çaplı bir harika hediye eden yönetmenin, yeni filminde Naomi Watts ve Ben Stiller ile neler yapabileceğini görmek oldukça cazip bir alternatif.

15- 45 Yıl / 45 Years / Andrew Haigh / İngiltere – Akbank Galaları
İlk filmi Weekend ile eşcinsel sinema alanında oldukça dokunaklı ve olgun bir anlatım yakalamayı başarabilen bir filme imza atan Andrew Haigh’ın ikinci filminde usta oyuncular Charlotte Rampling ve Tom Courtenay rol alıyor. Weekend gibi yine ilişkileri merkezine alan 45 Yıl, bakalım yaşlılar dünyasının ilişkilerine hangi açılardan, nasıl yaklaşacak? Hele ki bir yönetmen için en tehlikeli filmin, yüksek başarıya ulaştığı ilk filmi ardından gelen film olduğu düşünülürse.

16- Yeni Kız Arkadaşım / The New Girlfriend / François Ozon / Fransa – Akbank Galaları
Fransız sinemasının en üretken ve türden türe atlayan, bunların yanında elini değdiği her türde yetkin eserler verebilen yönetmenlerinden François Ozon festivalin gedikli ve kemik bir seyirci kitlesi olan isimlerinin başında geliyor. Romain Duris’i baş role yerleştiren filmde Ozon’un yaratacağı sinemasal dünya büyük olasılıkla sadık kitlesini memnun edecektir. Ozon’un her filmi festival takipçilerinin gözü kapalı tercih edebileceği ve en azından vasatı tutturabildiğinden emin olduğu filmler listesine rahatlıkla dahil edilebilir.

17- Yolcu / The Homesman / Tommy Lee Jones / Fransa-ABD – Akbank Galaları
Tommy Lee Jones’un Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan ikinci uzun metrajı The Homesman özellikle eleştirmenlerin puanlamalarında üst sıralarda kendine yer bulmuştu. Jones’un ilk yönetmenlik denemesi olan The Three Burials of Melquiades Estrada’nın senarist Guillermo Arriaga’nın da etkisiyle ağır ağır insanın ruhuna işleyen, seyirciyi bin bir çeşit soruyla baş başa bırakan etki gücünü düşündüğümüzde The Homesman’ı merak etmemek mümkün değil. Tommy Lee Jones’un bu kez Arriaga’sız nasıl bir sınav vereceğinin cevaplarını muhteşem sinematografiye sahip bir western atmosferinde aramak fazlasıyla saf sinemayı müjdeliyor. Üstüne bir de filmde çok iyi bir performans sergilediği dillerden düşmeyen Hilary Swank faktörünü eklersek iştahımız biraz daha kabarabilir.

18- Güzelliğin Hanedanlığı / Le regne de la beaute / Denys Arcand / Kanada – Ustalar
Denys Arcand belki sinema dünyasına çok az film armağan etti ama “armağan etmek” tabirinin altını öylesine sağlam filmlerle doldurdu ki, bir seyirci bundan daha fazlasını istemez herhalde. Arcand’ın toplumsal tabulara gönderdiği acı oklardan yeni filminin ne kadar nasibini aldığını merak etmek en doğal hakkımız. Yüreğine ve insanlığına sert yumruklar yemeyi göze alan sinemaseverlerin ilk tercihlerinden olmalı Güzelliğin Hanedanlığı.

19- Küçük Serseri / P’tit Quinquin / Bruno Dumont / Fransa – Ustalar
Sadece Fransız sinemasının değil dünya sinemasının da minimalist kanadıının en kendine has yönetmenlerinden Bruno Dumont’un dört bölüm halinde çektiği P’tit Quinquin, Cahiers du Cinema Dergisi tarafından yılın en iyi filmi seçildi. Yönetmenin içine girmesi zor olduğu kadar girmeyi başardıktan sonra etkisinden uzun süre kurtulmanın daha zor olduğu sinemasının farklı bir formattaki yeni halkasını izlemek için festival tek şansınız olabilir. Yönetmenin dört bölüm halinde TV dizisi olarak çektiği film, bir anlamda Dumont’un farklı bir arenada verdiği bir sınav olduğundan ilgi çekici.

20- Başkan / The President / Mohsen Makhmalbaf / Gürcistan-Fransa-İngiltere-Almanya – Ustalar
Mohsen Makhmalbaf sinema âlemine aile içi sinema üretimi yöntemini kazandırmış, kurduğu enstitü tarafından birçok önemli filmi seyirciyle buluşturabilmiş bir isim. İran sinemasının filozof yönetmenlerinden olan Mohsen Makhmalbaf’ın ülke sinemasında devrim etkisi yaratmış bir kariyer başlangıcına sahip olmasına karşın, son yıllarda biraz formdan düştüğünü söylemek mümkün. The President yönetmenin sinemasında yeniden bir silkinme filmi olabilme umudu taşıyan bir konuya ve görsellere sahip. Bu da demek oluyor ki, seyirci açısından yeni bir başlangıca tanık olma potansiyeli de taşıyor. Konu Mohsen Makhmalbaf ise bu risk gönül rahatlığıyla alınır.

21- Eisenstein Meksika’da / Eisenstein in Guanajuato / Peter Greenaway – Ustalar
Sinema tarihinin gittikçe gençleşen ve sinemasını daha uç noktalara götürmeyi denemekten hiç bıkmayan kaşifi Peter Greenaway’in son filmi, bir başka usta isim olan Rus sinemacı Sergei Eisenstein’ın 33 yaşındayken Meksika’nın Guanajuato kentindeki sayılı günlerine odaklanıyor. Her fırsatta sinemanın öldüğünü söyleyen Greenway, filmi hakkında şunları söylüyor: “Sinemanın öldüğü bu günlerde bu sanatın en büyük ismini hatırlamak istedim.” Greenway’in çok sevdiği bir isim üzerine ne denli yaratıcı, kışkırtıcı ve sınırları zorlayan, metaforlarla ve renk cümbüşleriyle örülü bir film yapabileceğini tahmin edin, zaten ayaklarınız sizi ister istemez salona doğru götürecektir.

22-Meleğin Yüzü / The Face of an Angel / Michael Winterbottom / İngiltere-İtalya-İspanya – Ustalar
İngiliz sinemasının haşarı ve üretken çocuğu Michael Winterbottom türler arasında gezinmeyi çok seven bir isim. Hem popüler hem de deneysel filmler çekerek çok katmanlı bir kariyer inşa eden yönetmenin her filmi bir bakıma yeni bir deneyimi de ifade ediyor. Vasatın altına düşmeyen sinemacının kariyerinde ara ara çıkan başyapıta yaklaşan eserler var, ve her filminin de bu kategoriye dahil olma ihtimali. Gerçekten her ayrıntısıyla has bir sinema izlemek isteyenler Winterbottom’ın filmine buyursunlar.

23- Bakir Dev / Virgin Mountain / Dagur Kari / İzlanda – Dünya Festivallerinden
Buzdan Hayaller ve Tutunamayanlar filmleri dahi İzlanda’nın melankolik yönetmeni Dagur Kari’nin filmini gözü kapalı tercih etmemizi sağlayabilir. Filmin afişindeki tam bir Dagur Kari karakteri izlenimi veren ilginç tip bile bizlere ikinci bir Tutunamayanlar ümidi vermiyor değil.

24- Taşkınlar Kulübü / The Riot Club / Lone Scherfig / İngiltere – Dünya Festivallerinden
Wilbur Wants to Die, Italian for Beginners, One Day ve An Education gibi sanat ve popüler sinema birleşimini çok tatlı bir uyumla sağlayabilen filmlere imza atan kadın yönetmen Lone Scherfig son iki filmi gibi yine özel bir gençlik grubunu merkeze aldığı bir yapımla festivalde. Scherfig filminin gösterimi sonrasında seyirciyle buluşarak gelen soruları cevaplayacak.

25- Victoria / Sebastian Schipper / Almanya – Dünya Festivallerinden
Berlin Film Festivali’nden görüntü yönetimi ödülüyle ayrılan Victoria, 140 dakikalık tek plan denemesiyle şimdiden feci şekilde hakkında merak uyandıran bir yapım. Hazır, Birdman’in tek planımsı görkeminin tadı damaklarımızdayken, Sebastian Schipper’in çok daha zorlu çabasına şahit olma fırsatını kaçırmak festivali bir kâbusa dönüştürebilir. Mutlaka, kesinlikle, yer yarılsa da, çığ düşse de izlenecek, başka bir ihtimal yok.

26- Citizenfour / Laura Poitras / Almanya-ABD – NTV Belgesel Kuşağı
Oscar galibi belgesel Citizenfour festivalin NTV Belgesel Kuşağı’nın banko tercih edilecek filmi olarak bir adım öne çıkıyor. Edward Snowden gibi hakkında öğrenilmek istenen yüzlerce soru ve ayrıntı olan, kahramanla muhbir arasında birçok övgüyle/suçlamayla anılan bir fenomeni konu edinen belgesel bir yandan da Amerika’nın kirli çamaşırlarına daha yakından bakmak için müthiş bir fırsat.

27- Ulusal Müze / National Gallery / Frederick Wiseman / Fransa-ABD-İngiltere -– NTV Belgesel Kuşağı
Belgesel sinema tarihinin en kült isimlerinden Frederick Wiseman son eseriyle festivale konuk olursa hem bize bu fırsatı veren festival yönetimine müteşekkir oluruz hem de salonda yerimizi alırız. Bakalım yaşlı kurt hala formunda mı?

28-Gönüllerin Şampiyonu / Dark Horse / Louise Osmond / İngiltere – NTV Belgesel Kuşağı
Belgesel kuşağının değişmez temalarından olan zorluklarla mücadele konusunda epey etkileyici ve duygusal olması muhtemel bir belgesel Dark Horse. Seyircileri salondan alkışlarla ve gözyaşlarıyla ayırması muhtemel olduğu gibi fazlasıyla dramatik ve ajitatif bir başarı klişesi olma ihtimali de var. Konusundan ve aldığı yorumlardan ilk ihtimalin ağır bastığını ve çok güçlü bir belgesel izleyeceğimiz düşüncesiyle “Varım” diyorum.

29- Bodrumda / In The Basement / Ulrich Seidl / Avusturya – Mayınlı Bölge
Festivalin kendi adıma en gözde bölümü olan Mayınlı Bölge, içerdiği her filmle bir sürpriz yapma potansiyeli taşır aslında. Salon boşalttıran bölüm olarak da adlandırabileceğimiz bölümün daimi konuklarından olan ayrıksı ve şaşırtıcı yönetmen Ulrich Seidl ise kesinlikle bu seçki içerisindeki ilk tercihimiz olur. Seidl, geçtiğmiz yıl festival kapsamında gösterilen üçlemesiyle kafamıza birbirinden kesif sorular nakşetmişti. Bir Seidlsever olarak Bodrumda belgeseliyle beraber yeni sorulara hazırız. Sadece filmin afiş kapağından bile sert ve cesur olma konusunda ne kadar iddialı ve merak uyandırıcı olduğunu görebilirsiniz. Ayrıca arkadaşlarınızla beraber salonu kaç seyircinin terk edeceği üzerine iddialara girerek işi eğlenceye de dönüştürebilirsiniz.

30- Hayal Ülkesi / Jauja / Lisandro Alonso / Arjantin-Danimarka-Fransa-Meksika-ABD-Almanya-Hollanda – Lisandro Alonso Retrospektif
Festivalin her yıl bir sanatçının retrospektifini yapma geleneğinin bu yılki talihlisi yönetmen Lisandro Alonso. Genelde sinefillerin ilgi odağında olan yönetmenin zorlu ve adapte olması kolay olmayan sinemasına giriş için filmografisinin en yeni örneği olan, Viggo Mortensen’li Jauja önerilebilir. Filmi izleyenlerin allak bullak olduklarını, etkisinden bir süre kurtulamadıklarını söyleyerek beklentileri de yükseltelim. Öte yandan yönetmenin seçki kapsamında gösterilecek diğer dört filmi de gizli ve keşfedilmeyi bekleyen hazineler olarak festival takipçilerinin radarına takılmayı hak ediyor.

Sinema her şeyim. Hayallerim, bir şekilde hangi alanı olursa olsun temas halinde olmak istediğim, hayatımın vazgeçilmezi..Woody Allen, Dardenne Kardeşler ve Reha Erdem'in sinema dünyalarından tarifsiz bir şekilde etkilenirken; sinema tarihinin en iyi filminin Yurttaş Kane olduğu üzerine düşüncem, seyrettiğim her filmle biraz daha pekişiyor.