Festivalin En Kıran Kırana Rekabeti Burada

34. İstanbul Film Festivali birbirinden ilgi çekici bölümleri kadar yarışmalı bölümleriyle de dikkatleri üzerine çeken bir organizasyon. Her yıl çok güçlü filmlerin yarıştığı yarışmalı bölümler içerisinde Ulusal Yarışma bir adım daha öne çıkartılabilir.

Ulusal Yarışmanın son beş yıldaki kazananlarına sırasıyla şöyle bir göz atmak bile önemini vurgulamak için yeterli olabilir: Ben O Değilim, Sen Aydınlatırsın Geceyi, Tepenin Ardı, Saç ve Vavien. Ve kazananlar kadar seçkiyi oluşturan diğer filmlerin de kaliteleriyle rekabeti doğru bir oranda arttırdıkları görülebilir. Bu yıl ise diğer yıllara nazaran daha farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Festival öncesi herhangi bir film veya yönetmen çok ağırlıklı olarak öne çıkmazken, ilk filmlerin yoğun olduğu bir seçki var karşımızda. İlk bakışta zayıf bir toplam görüntüsü oluşmasına karşın sürpriz yapma potansiyeli çok yüksek filmlerin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ortada çok öne çıkan bir favorinin olmaması bir anlamda rekabetin de yoğun bir şekilde yaşanabileceğini gösteriyor. Ulusal Yarışmada belki Tolga Karaçelik’in Sundance Film Festivali yarışmalı bölümünde son 10’a kalan filmi Sarmaşık, küçük bir farkla öne çıkıyor olsa da, bahsettiğim gibi kesin favorisi olmayan bir seçkiyle karşı karşıya festival takipçileri. Festival başlamadan önce Ulusal Yarışma seçkisindeki filmlere kısaca göz atalım.

Sarmaşık – Tolga Karaçelik
Sadece Ulusal Yarışmanın değil festivalin de en merak ettiğim filmlerinin başında geliyor Sarmaşık. Gişe Memuru gibi kadri kıymeti bilinmemiş küçük çaplı bir harikaya imza atan Tolga Karaçelik bu sefer erkekler dünyasının en vahşi ve sert ortamına konuşlandırıyor kamerasını. Jüri Başkanı Zeki Demirkubuz’un kariyeri boyunca erkek dünyasının karanlık ve keşfe açık doğasına olan ilgisi göz önüne alındığında Karaçelik’in filmi de aynı kulvarda bir sinema yapmaya çalışıyor diyebiliriz. Filmin kamera arkasında ülkenin en önemli görüntü yönetmeni olan Gökhan Tiryaki’nin bulunduğu göz önüne alınırsa filmden beklenti de bir kat daha artıyor. Ayrıca oyuncu kadrosunun da çok iyi olduğunu belirtmek gerekli.

Limonata – Ali Atay
Bu yıl festival çok değerli genç oyuncuların ilk yönetmenlik tecrübelerine de sahne olacak.Ulusal Yarışmadaki beş ilk filmin üçü oyuncuların yönetmenliklerinden oluşuyor. Dram yoğun bir yarışma seçkisinde komediye de meyleden tarafıyla Ali Atay’ın Limonata filmi farklı bir yere yerleşiyor. Bir bakıma festivalin Aile Bağları ve Antidepresan bölümlerinin bir karışımı var karşımızda. Ali Atay’ın oyunculuğunun o sarkastik hallerinin ne denli kendine has olduğu artık malum; biraz Onur Ünlü havası taşıyan öykünün beyazperdeye yansıması bakalım ne denli farklı olacak. Sanırım seçkinin en merak edilen yapımlarından olduğunu söylemeye gerek yok.

Kümes-Ufuk Bayraktar
Ulusal Yarışmanın ikinci oyuncu-yönetmen filmi Ufuk Bayraktar’ın yönettiği Kümes. Seçki içerisinde köyde geçen tek yapım olan Kümes kısacık hikaye özeti ve birkaç görseliyle nereye oturtabileceğimizi bilemediğim filmlerden birisi. Kuma karakterleri arasında çetin bir çatışmanın da olduğu psikolojik bir gerilim mi, mizaha da kayan tarafları var mı, ataerkil düzen eleştirisi mi gibi farklı hissiyat ve beklentilerin oluştuğu bence tam bir kapalı kutu. Ufuk Bayraktar kısacık kariyerinde birçok farklı tarzlara sahip yönetmenle çalıştı.Bakalım kanımca çetrefilli bir konudan yola çıkarken nasıl bir filme imza attı.

Eksik – Barış Atay
Ve geldik üçüncü oyuncu-yönetmen filmimiz olan Barış Atay’ın Eksik’ine. Bu yıl Ulusal Yarışma seçkisinde yolculuk temasını bir şekilde hikayesine dahil eden filmler yoğun bir şekilde yer alıyor. Eksik’te bir bağlantı noktası olarak konumlandırıyor yolculuğu. 12 Eylül ve yıllara yayılan etkileri gibi sinemamızın çoğunlukla salondan yenik ayrıldığı çok zor bir alana el atması büyük bir cesaret ve sorumluluk örneği. Otobiyografik unsurlar da taşıyan filmin sistemle hesaplaşma olduğu kadar dram yoğun bir aile hesaplaşması da olması muhtemel.

Misafir – Mehmet Eryılmaz
İlk filmi Hazan Mevsimi ile naif, küçük insanların küçük ama gerçekçi, kıyıda köşede kalmış hikayeleri üzerinden bir film çeken Mehmet Eryılmaz ikinci filmi Misafir’le rotasını aile içi hesaplaşmalara doğru çeviriyor. Biçimsel olarak minimalizme yakın sinemasını bu filmde de sürdürdüğü izlenimi veren Eryılmaz, yine az karakterli ve derinlikli bir karakter incelemesine sahip bir filmle seyirci karşısına çıkabilecek mi bakalım.

Saklı – Selim Evci
Festival ve minimalist sinema arasında sımsıkı bir ilişki olduğunu mu düşünüyorsunuz? İşte, bir Selim Evci filmi tam aradığınız cevap olabilir. Mükemmel sinematografi ve bir türlü kalıplarını kıramayan hikaye anlat(a)mama sıkıntısı ortaya farklı okumalara açık ama seyri de aynı ölçüde zorlu bir sinema çıkartıyor. En azından yönetmenin ilk iki filmi İki Çizgi ve Rüzgarlar için geçerli bir saptama bu. Önceki filmlerinde de ilişkilere, yasaklara, varoluşsal bunalımlara yoğunlaşırken doğayı da bir yan unsur olarak kullanma çabasına şahit olduğumuz Evci, bu kez aile içi ilişkilerin yasaklı derinliklerine inme gayreti içinde. Rahatlıkla sinemamızın “en Antonioni sever ama kötü Antonioni çeker” yönetmeni olan Selim Evci iyi bir oyuncu kadrosundan bu sefer iyi bir film çıkartabilecek mi sorusu kesinlikle merak uyandırıyor.

Kar Korsanları – Faruk Hacıhafızoğlu
Faruk Hacıhafızoğlu’nun ilk yönetmenlik deneyimi olan Kar Korsanları ilk gösterimini Berlin Film Festivali’nde gerçekleştirmişti. Kısa hikaye özetinden anladığımız kadarıyla 12 Eylül atmosferini çok baskın olmayan bir şekilde arka planına yerleştiren film, daha çok üç küçüğk çocuğun kömür bulma serüveni üzerinden hayat şartlarıyla mücadelesine yoğunlaşarak merak edilesi bir seyirlik vaat ediyor. Karşımıza bir yerli Stand By Me çıkar mı bilmiyoruz ama filmin Berlin’deki gösterimi sonrasında büyük beğeni kazanması iştahımızı da kabartmıyor değil. Bir de mekan Kars olunca ister istemez akıllara Reha Erdem’in Kosmos filminin gelmesi muhtemel. Reha Erdem’in farklı bir dünyaya ait duruyormuş hissi veren Kars’ını gördükten sonra Faruk Hacıhafızoğlu’nun Kars’ı hangi bakışla ele aldığını düşünmek dahi beklentileri biraz daha arttırabilir.

Nefesim Kesilene Kadar – Emine Emel Balcı
Ulusal Yarışmanın ikinci Berlin fatihi olan Emine Emel Balcı’nın ilk yönetmenlik denemesi olan Nefesim Kesilene Kadar konusu ve görselleri itibariyle Zeki Demirkubuz dünyasına yakın hissiyatı veriyor. Abla ve enişteyle yaşamanın dayanılmazlığı biraz Masumiyet’i andırırken; ana karakter Serap’ın varoşa sıkışıp kalmış hayatı Demirkubuz’un gözünü hiç ayırmadığı bir toplumsal katmanın dertleriyle çok benzeşiyor. Ayrıca bir kadının varoluş filmi olma potansiyeli taşıyan film, sinemamızın mahrum bıraktığı bir alanda güçlü bir ses olarak öne çıkabilir. Bu arada filmin o etkileyicisi ve şiirsel adının tarafımda büyük bir sempati ve beklenti oluşturduğunu da söylemeden geçmeyeyim.

Yeni Dünya – Caner Erzincan
Ulusal Yarışmanın tek vizyon yüzü görmüş yapımı olan Caner Erzincan imzalı Yeni Dünya eleştirmenlerden çok da parlak notlar alamamıştı. Filmin dramatik açıdan güçlü bir şekilde kurulamamış senaryo yapısı, yanlış seçim oyunculukları ve kimi inandırıcı olmayan sahneleriyle irtifa kaybettiği yapılan yorumların birkaçı. Buna karşın filmi göç olgusu ve kentsel dönüşüm üzerine kayda değer saptamalarda bulunduğu, bu yönleriyle de değerlendirilmesi gerektiği olumlu puanlar olarak filmin hanesine yazılabilir. En azından filmi vizyonda kaçıran sinemaseverler için festival kapsamında seyredebilme fırsatı olarak da görülebilir.

Sinema her şeyim. Hayallerim, bir şekilde hangi alanı olursa olsun temas halinde olmak istediğim, hayatımın vazgeçilmezi..Woody Allen, Dardenne Kardeşler ve Reha Erdem'in sinema dünyalarından tarifsiz bir şekilde etkilenirken; sinema tarihinin en iyi filminin Yurttaş Kane olduğu üzerine düşüncem, seyrettiğim her filmle biraz daha pekişiyor.