“Erkek Evlatlar Babalarının Tezahürüdür”

Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 61. haftasından herkese merhaba. Uzun metrajı olsa dahi kısa filme olan mesafesini kaybetmeyen yönetmenler, bu alanda üretimlerine devam ediyor. Bu haftaki konuğum Ömer Faruk Yardımcı da odağına aldığı bir aile hikayesiyle farklı noktalara değinerek önemli mesajlar veriyor. Niğde’nin köyünde yaşayan ve tek geçim kaynağı bahçesi olan bir ihtiyar olan Mahmut’un, işlemediği suçtan dolayı hapiste olan oğluyla olan hikayesini anlatan Hasat, üzerine konuşacağımız film olacak.

Ömer Faruk Yardımcı ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.

Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Ömer Faruk Yardımcı?

Lisans ve yüksek lisansımı Radyo, Televizyon ve Sinema alanında yaptım. Dizi-film ve reklam sektöründe uzun yıllar görev aldıktan sonra ise Kanal D dramalar bünyesinde televizyon dizileri ve TV filmleri projelerinde üst düzey görevlerde bulundum. Mutlu Aile Tablosu, Şahane Hayaller, Döndüm Ben, Arapsaçı, Dört Köşe, Çetin Ceviz I & II olmak üzere yedi uzun metraj sinema filminin yönetmenliğini, senaristliğini ve yapımcılığını gerçekleştirdim. Yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiğim Hasat ile uluslararası film festivallerinde 40’tan fazla ödül ve 60’ın üzerinde resmi seçki ve final kazandım. Hasat, uluslararası film festivallerinde yarışmaya devam ederken yeni sinema ve dizi projeleri çalışmalarımı da sürdürüyorum.

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyonu ne kadar sürede tamamlandı?

Hasat’ın senaryosunu ilk olarak 2009 yılında yazdım. O zamanlar filmi çekmeye karar vermiş ve oyuncu görüşmelerini dahi gerçekleştirmiştim. Bütçe olarak zorlu bir yapım süreci yaşatacağını öngörerek sponsor görüşmelerini dahi yapmıştım. Bu süreçte aldığım bir iş teklifi ile süreci yarıda bırakmak durumunda kaldım. Aslında iyi ki kalmışım. Aradan geçen yıllarda çok kez ufak ufak yapmış olduğum revizelerle çok daha sağlam bir dramatik yapıya sahip oldu ve artık çekilmesi, hayata geçmesi benim açımdan elzem oldu. 2021 yılının ocak ayında başlattığım hazırlık sonucunda Nisan ayında çekimlere başlamış olduk. Mekanların içime sinmesi ve tasarlanması bir ay kadar vaktimizi aldı. Bu süreçte senaryoda yer alan tüm karakterleri doğru ve titiz oyuncu seçimleriyle tamamlamış oldum. Kurgusu, renk düzenlemesi, ses tasarımı son derece titiz ve emin adımlarla gerçekleşti. Bu sebeple iki ay kadar vakit aldı. Bu sürecin uzun sürmesi, üzerimde acele etmemi gerektirecek bir baskıyı hissetmiyor olmamdan kaynaklandı elbette. Bu anlamda verimli bir post prodüksiyon süreci geçirdik ve bu da filme yansımış oldu. Geçtiğimiz ağustos ayı itibarıyla de filmimizi uluslararası film festivallerine göndermeye başladık.

Filmin ortaya çıkış hikayesi nasıl gerçekleşti? En başta yaşanmış olaylardan esinlenildiğine dair bir ibare vardı.

Öğrenci yıllarımda okuduğum kısa bir hikayeden yola çıkmıştım. 2009 yılında bu hikayeyi anlatmak istediğim dünyaya evirip senaryolaştırdım. O dönemde sisteme dair bazı eleştiriler barındırıyordu fakat geldiğimiz noktada ne söylediğini bilen ve ayakları yere sağlam basan bir hikayeye oturmuş oldu. Takribi 2010-2011 yılları arasında geçen film, yaşanmış olaylara az da olsa vurgu yapıyordu ve bunu söylemekten çekinmedim açıkçası. Ergenekon-Balyoz kumpası sırasında mağdur edilmiş baba oğulun dayanışma hikayesine odaklandım. Yaşandığı herkesçe malum olan olaylara değiniyor olmamdan ötürü de bunu filmin başında vurgulamak istedim.

Kariyerinizde çekmiş olduğunuz birçok uzun metraj bulunuyor. Bu projelerin ardından kısa film çekme fikri nasıl oluştu?

Kısa filmin bir sinemacı için ne denli önemli olduğunu, sanıldığından çok daha zorlu bir mecra olduğunu bilen biriyim. Öğrencilik yıllarımda o kadar çok kısa film çekip kısa film setlerinde çalıştım ki inanın sayısını hatırlamıyorum. Kısa film, uzun metraja giden bir yol gibi görünse de zekice anlatımı, hızlı ve güçlü yapısı, yer yer uzun metrajdan dahi zor bir süreci barındırıyor olması bu mecranın en özel ve güçlü yanı. Bu sebeple de sevdiğim bir alan. Uzun metraj filmler yapan biri olarak elbette her zaman kısa film çekemezsiniz. Elinize var olan hikayenin buna uygun olması gerekir. Eğer yazdığım hikayenin kısa film olarak çok daha etkili bir anlatımı sağlayacağını düşünürsem seve seve yeni bir kısa film çekerim. Aslında yeni güçlü bir fikir üzerinde çalışıyorum, yazması ve çekmesi hayli zorlu bir süreci gerektirecek. Bu elbette beni heyecanlandırıyor. Yakın zamanda yapacağım projelerden sonra doğru zaman olduğunu düşünürsem çekmeyi düşünebilirim. Aceleye getirmeyeceğim kesin ama bir 10 sene daha beklemeyebilirim.

Niğde’nin bir köyünde yaşayan yaşlı bir adam ve haksız yere hapse giren oğlunun yaşadıklarını işliyorsunuz. Baba-oğul hikayeleri sinemada seyircinin ilgisini çekmiştir her daim. Baba-oğul hikayelerine dair etkilendiğiniz film veya kitaplar var mı? Bunlar filmin üretim sürecinde ne derece etkili oldu?

Rahmetli dedem emekli bir askerdi ve Niğde-Aksaraylıydı. Filmde yer verdiğim Rıza karakteri dedemin adını soyadını taşıyor. Yola çıkarken seyirci baba oğul hikayelerini sever diye çıkmadım açıkçası. Ağlatmak ve çok izlettirmek gibi düşüncelerim de yoktu. Gişe filmi gibi düşüncelerden uzak bir alanı vardı zaten. Baba-oğul hikayelerinin sevilmesi, toplumumuzda özellikle de Anadolu’da açığa vurulmakta en zorlanılan duygu olduğundan gelmektedir. Anadolu’da babalar oğullarına karşı sevgisini göstermekte zorlanır. Evlatların babalarıyla kurdukları ilişki daha sert, daha kuru, daha mesafelidir, bu sebeple erkek evlatlar annelerine daha düşkündür denir hep. Halbuki erkek evlatlar babalarının tezahürüdür. İdolü, kahramanı, en çok sevgisine ihtiyaç duyduğu, en çok takdir ve destek beklediğidir. Lakin çoğu zaman bu kursakta kalır. Çocuk büyür baba olur ve babasından gördüğünü uygular ve kuşaklar boyu bu topraklarda kursakta kalma devam eder gider. Seyirci bir filmde yaşadıklarına benzer bir dünya gördüğünde hemen bir bağ kurar ve hikayeyi içselleştirir. Hasat filmini izleyenlerden buna benzer çok fazla geri dönüş aldım. Fakat duygulandırmak ve “ağlatmak” adına hiçbir çaba içinde değildim. Yalnızca anlatmak istediğim samimi ve gerçek dünyaya odaklandım. Bu gerçekleştiğinde zaten izleyiciyle bir bağ kurmuş olacaktım. Sanıyorum bunu da başardım. Yaşadığınız ya da gözlemlediğiniz duyguları doğru aktarabilirseniz izleyici de empati duygusunu harekete geçirebilirsiniz. Bu da filmle izleyici arasında bir bağ oluşturur. Sinemanın en güzel yanlarından biri de bu. İnsanların yaşadıklarına, hislerine tercüman olan bir anlatım. Seyircinin de istediği bu olsa gerek.

Hasat, ön planda her ne kadar baba-oğul hikayesi gibi görünse de arka planında Türkiye yakın tarihinde iz bırakan Ergenekon davasına ve devlet içindeki yapılanmaya dair önemli noktalara değiniyor. Filmin bu siyasi ayağı üretim aşamasında üzerinizde bir baskı unsuru oluşturdu mu?

Ben çekmeye karar verdiğim andan geldiğimiz son ana kadar tek bir kuşku duymadım. Kimse bunlar yaşanmadı diyemez herhalde. Bu sebeple de başına yaşanmış olaylardan esinlenilmiştir ibaresini koymaktan da çekinmedim. Fakat yola çıkmayı düşündüğüm bazı kişilerde bu baskı bir korku olarak tezahür etti ve o arkadaşlarla yolları ayırmak durumunda kaldım. Projenin asıl amacını, anlatmak istediği hikayeyi görebilenlerle yola devam etmek doğru olurdu ve ben de öyle yaptım. Filmde siyasi bir taraf yok, üzerine atılan kumpas yüzünden babasından koparılan bir evladın mücadelesi var. Ben yola çıkarken bir baba-oğul dayanışması, bağı anlatmak üzere çıktım. Eğer ne yaptığınızı biliyorsanız bir baskı ya da korku duymazsınız. Siyasi bir temele oturtmadan, kimseye şirin ya da öcü gözükmeden yaşanmış olaylardan esinlenmiş bir hikaye kuruyorsunuz ve anlatıyorsunuz. Zan altında bıraktığınız kimse yok ama zan altında kalmış insanlarla dolu bir dönem var ve bunu anlatıyorsunuz. Bu sebeple ben de bir baskı olduysa sadece “Bunu doğru ve etkili anlatmalıyım” üzerine olmuştur. Bağımsız sinema neden var ki? Hiçbir talep, hiçbir müdahale ve hiçbir yaranma ile değil sadece sinema yapmak üzerine projelerime bakıyorum ve bakmaya devam edeceğim.

En çaresiz anda dahi bir umudun ve çıkış yolunun olduğunu final sahnesiyle net biçimde gösteriyor filminiz. Sizin yaşadığınız böyle bir an ve çıkış oldu mu?

Eğer Türkiye’de tek başına hiçbir kimseye sırtınızı dayamadan bir şeyler başarmak istiyorsanız bunu çok kez yaşayabilirsiniz. Mühim olan çıkış yolunu asla pes etmeden arayıp bulmakta ve yola ne olursa olsun devam edebilmekte. Bu sektörde neredeyse her üreten insanın yaşadığı üzere benim de çalınmış, engellenmiş hayallerim oldu. O dönem bunlar son derece ağır geldi ama asla pes etme yolunu seçmedim. Belki de bu sebeple tüm filmlerimin teması adalet üzerine oluyor.

Filmin ilk dakikalarında askerden izne gelen Mahmut’un oğlunun hikayedeki yeri biraz havada kalıyor. Bu karakterin filme etkisinin daha fazla olmasını beklerdim. Karakterin sadece ilk dakikalarda görünmesi ve filmdeki konumlandırması bilinçli bir tercih miydi?

Aslında bilinçli bir tercihti. Çünkü bunları versiyonlar olarak denedim ve hikayeden, asıl anlatmak istediğim odaktan ayrıldığımı gördüm. Bu sebeple odağın takip edilmesi yolunu tercih ettim. Belli bir süreniz var ve etkiyi nerede kullanmak istediğiniz çok önemli. Benim tercihim bu yönde oldu. Ama uzun metraj versiyonunu çekmeyi planlıyorum orada sanıyorum beklentinize daha uygun bir ilerleyiş göreceksiniz.

Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?

Bu aslında yanlış bir eğitim sürecinden geçmemizden kaynaklanıyor. Kısa film bir ödev olarak veriliyor öğrencilere ve öğrenciler bunu yalnızca okulluk bir ödev olarak görüyor. Halbuki bu, sinemacı yaşamının bitmeyen bir ödevi. Bunun sinema yapma sürecinin temel süreci olduğundan yeteri kadar bahsedildiğinden ya da üzerinde durulduğundan emin değilim. Kısa film uzun metraja taşıyan bir basamak olarak da görülüyor. Bir yanıyla başlangıç anlamında doğru gibi görünse de bunun başka bir alan ve başka bir matematiğe sahip olunduğundan habersizlik mevcut. Ben son yıllarda da çok değiştiğini düşünmüyorum ama öyle temenni ediyoruz. Biraz daha yapılan kısa filmlerin teknolojiyle birlikte yükselen kalitesi oraya olan merakı arttırmakta o kadar. Bunu da elbette yadsımıyorum. Kalite muhakkak dikkat çeker ve bu anlamda son yıllarda yapılan kısa filmlerin kalitesinden mutluyum. Çok sayıda genç sinemacıyı görünür kılmasından ötürü de umudum artıyor. Uzun metraj film çeken yönetmenlerin buraya olan bağını zaman zaman hatırlamalarında ve hatırlatmalarında fayda olduğunu düşüyorum. Geçmişte bunu yapan yönetmenler vardı ve çok da ses getirmişti. Böylelikle buranın yalnızca bir öğrenci alanı olmadığını, kısa bir hikaye anlatmanın aslında bazen uzun bir hikaye anlatmaktan çok daha zor olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Bugün dijital platforma yapılan diziler kısa hikaye anlatmanın zorluğunu en iyi anlatan örnekler aslında. Çok az sayıda dramatik yapısı güçlü, münitaj hesabı doğru yapılmış dijital platform dizileri izliyoruz. Süreler kısaldıkça defolar ortaya çıkmaya başlıyor. 50 dakikalık bir dizide 150 dakikada anlatılan yapı işlemiyor tabii. Daha sistemli daha kusursuza yakın olma zorunluluğu getiriyor. TV dizisi yazar ya da çeker gibi kurulan işlerden 50 dakika bölümler çıkarmak birçok matematiği alt üst ediyor. Bu sebeple dikkat ederseniz 8 bölümlük dizilerde boş ve ne anlattığı belli olmayan havada kalan birkaç bölüm çıkıyor karşımıza. Bunun sebebi kısa bir hikaye tasarlamayı bilmemekten geliyor. Kısa film, geldiğimiz şu noktada geçmişten çok daha fazla önem teşkil ediyor. Yeni sinemacıların en büyük kozu bu olacak. Olabildiğince kısa film yazmalı ve çekmeliler. Farkları hızla ortaya çıkmaya başlamaktadır.

İlerleyen süreç için üzerine çalıştığınız başka bir kısa veya uzun metraj proje var mı? Varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?

Uzun zamandır üzerinde çalıştığım uzun metraj sinema film ve dizi projemi yakın zamanda hayata geçirmeyi planlıyorum. Bunların dışında bir projem de Hasat filminin uzun metraj versiyonu. İlk draft senaryosu bitti. Tüyoyu da bununla vermiş olayım.

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir