Yüksek İdeallerin Peşinde Bir Dev Adam; Naim

Seksenli ve doksanlı yıllarda çocukluğunu geçirenler halter şampiyonalarına oldukça aşinadırlar. Ülkemiz adına muazzam zaferler ve rekorlarla örülü bu şampiyonalardaki başarı hikâyelerinin açık ara en bilinen iki ismi Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu’dur. O döneme kadar ezici bir üstünlükle futbol ve kısmen basketbol ikliminin etkisi altında kalan toplumumuz için daha önce arzu edilen popülariteye ulaşamamış bir branşın, yani halterin, bir anda ülke gündemine doğrudan girmesine yol açan bu başarı hikâyelerinin ana aktörlerinin hayatları ise ciddi trajedilerle dolu. Naim Süleymanoğlu’nun yaşamından bir kesit sunan “Naim” adlı film, namıdiğer Cep Herkülü’nün başarılar ve aynı zamanda acılarla dolu hayatını anlatıyor.

Filmde, Bulgaristan’ın Mestanlı köyünde yaşayan Naim’in çocukluğunda halter sporuna karşı başlangıçta pek de ilgi duymadığını görsek de bu spora olan ilgisi keşfedildikten sonra zorluklarla dolu yolculuk başlamış oluyor. Yolculuğun, sinematografik güç ile ilerlemiş olmasını görmek elbetteki tercih edilesi olacak. Fakat sinemamızın kronik bir problemi olarak, bir filmi baştan sona müziğin eline teslim etme dürtüsü, ne yazık ki sinemanın gücünü ekarte etmekten öteye geçemiyor. Yerinde ve kararında bir müzik kullanımı film için harika bir can suyu olabilecek iken bu hali ile bir video klip havasına meyledilmekten kaçılamamış. Bu tercihin olumsuz yansımaları bir kenara bırakılırsa eğer, filmin sanat yönetimi ve görüntü yönetimi açısından ortalamanın üstünde bir iş çıkardığı söylenebilir. Bulgaristan’da yaşayan Türkler’e karşı alınan olumsuz tavırların oluşturduğu travma, filmin bir noktasından sonra final anına kadar etkisini hissettiriyor. Ailesi, çevresi ve genel olarak Bulgaristan’ın bizatihi kendisi ile barışık bir hayat süren Naim’in bu travma sonrası aldığı kararlar ve girmiş olduğu cesaret iklimi, artık onu bambaşka bir hayatın içerisine alacaktır.

Detaylara önem veren gözler, filmin geçtiği dönemi yansıtan karelerdeki bazı kusurları anında tespit edebilecek olsa da sürükleyiciliği tümden etkileyecek bir durumun oluşmaması, genel değerlendirme açısından bazı kusurların görmezden gelinmesini sağlıyor. Önceki filmi Daha ile ismini hafızalara yazdıran Hayat Van Eck, Naim Süleymanoğlu canlandırması ile ciddi bir sorumluluğun altına girmiş olsa da gerek fiziken gerekse de gerçek karakterin duygusal ritmini yansıtması bakımından övgüye layık bir performansa imza atıyor. Masum çocukluk hayallerinden başarı tutkusuna, mazbut bir yaşantıdan yüksek ideal sahibi bir kişiliğe doğru gerçekleşen tüm değişimlerin izleyicide oluşturduğu tesiri yüksek duygu ikliminde tam da bu performans doğrudan etken oluyor. Filmin bazı anlarında çok da gerekli olmayan ajitasyon hamleleri görmezden gelinse de olur. Yakınen ilgi duyulan bir karaktere kısmen karikatürize olma riski yaşatılmış olsa da.

Dönemin komünist Bulgaristanı’nın perde arkasında uyguladığı dehşet verici yöntemlerin vurucu anlatımı, filmin duygu ikliminin anlık dönüşünde ciddi bir destek sağlıyor mental olarak. Bulgar hükümetinin zorla isim değiştirme politikasından sosyal hayata dair kısıtlamalarına kadar tarihe utanç vesikası olarak geçen uygulamaları ile değişen yaşamlar, hiçbir zaman Naum Shalamanov olmayan Naim’in şahsında temsil ediliyorlar. Döneme ait gerçek görüntülere nadiren yer verildiği için bir belgesel hüviyetini kazanamıyor olsa da filmin betimleme gücü (yukarıda ifade edilen baskın müzik kullanımı ile yara alsa da), dönemin baskı dolu iklimine götürüyor izleyiciyi.

Yaklaşık 140 dakikalık süresi ile izleyiciden hatrı sayılır bir zaman dilimini talep eden film, bu talebin hakkını da veriyor. Birden fazla ülkeyi, birden fazla öyküyü ve yine birden fazla şampiyonayı tek bir isimde, yani Naim Süleymanoğlu ekseninde birleştirme gayretine düşen Naim filmine bazı ince işçiliklere tam ihtimam gösterilmemiş olduğu şerhini de düşerek ortalamanın üstünde bir seyirlik gözü ile bakılabilir. Dış dünyaya kapalı Bulgaristan Türkleri’nin maruz kaldığı eziyeti tüm dünyaya haykırmak için varını yoğunu harcayan bir dev adamın hikâyesini anlatan film, şu an vizyondaki yerli filmler arasında ilgiyi ve övgüyü en fazla hak eden yapımların başında geliyor.

1986 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden 2008 yılında mezun oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli film atölyeleri ve akademi çalışmalarına katıldı. Çeşitli kurumsal firmalarda sürdürdüğü profesyonel iş yaşantısı ile birlikte 2012 yılından bu yana Film Arası Dergisi’nde film kritikleri ve çeşitli sinemasal araştırmalar yazmaktadır. Aralık 2013 döneminden itibaren derginin Yayın Kurulu Üyesi’dir. İngilizce bilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir