Uysallar: İşlevsiz Aile İşlevsiz Toplum İşlevsiz Netflix

“Bir Saylak & Günday fikri” şeklinde lanse edilen ve bu cümleyi her bölümüne taç yapan Uysallar, yarın itibariyle Netflix’teki yerini alacak. Birlikte Daha (2017) filmini ve Şahsiyet (2018) dizisini yapan ikili yakında Bu Dünyada İki Tür İnsan Vardır adlı bir film çekecek yani soyadlarının ününü yeterli bulan yaratıcılarla haşır neşir olmaya devam edeceğiz. Bakalım fikirlerini 8 bölümlük Uysallar özelinde ne kadar geliştirebilmişler.

Netflix Türkiye’nin eleştirel anlamda bugüne dek en büyük başarı kazanmış ve üzerine en çok konuşulmuş işi kuşkusuz Berkun Oya’nın Bir Başkadır’ı. Dizinin saymakla bitirilemeyen meziyetlerinden Uysallar ekibince de ulaşılmaya çalışılan en belirginiyse, günümüz Türkiye’sinden portreler sunma çabası. Uysallar, Bir Başkadır gibi, bir karakteri tek başına öne çıkarmayan ya da dramatik yapısını tek karakter üzerine kurmayan bir dizi. İsmindeki çoğul ekinden de anlaşılacağı üzere bir grup insanı anlatıyor, soyadı Uysal olan bir aileyi ancak izledikçe anlıyoruz ki derdi biraz da günümüz Türkiye’sini anlatmak. Bir Başkadır gibi. Bir Başkadır, karakterlerini tesadüflerle birbirine bağlıyordu, Uysallar soyadıyla bağlıyor. Ne var ki; Bir Başkadır bireylerden yola çıkarak topluma ulaşabiliyordu, Uysallar “anakaradan” pek de havalanamıyor.

Uysal ailesi, baba Oktay Uysal’ın satın aldığı muhteşem bir rezidansta ikamet ediyor. 30. kattan yüksekte görünen, devasa bir metrekareye yayılmış, dubleks, lüks bir gökdelen dairesi bu. Tahmini değeri 50-60 milyon lira. Oktay’ın mimar olduğunu öğreniyoruz hemen ve diyoruz ki tamam, zengin bir adam, belki de babası şirketin sahibi ama hayır, Oktay kredi çekerek almış evi ve borçlu. Burası kafama pek yatmadı açıkçası. En az 15 milyon lira peşinatı olması lazım o evi almak için. Daha 40’lı yaşlarında bir adam bu. İki tane arabası, beş araba parası edecek eşyası da var. Ama Hakan Günday “fikir” olarak onun sistemin çarklarında ezilen bir kapitalizm kurbanı olmasını istemiş ve gerisine takılmayın demiş. 5-10 milyon liralık bir evde otursalar hikâyeden ne eksilirdi, hiçbir şey. Ama yabancı gözlere “bakın Türkiye’de ne evler var” denmek istenmiş sanırım. Bu noktada “Kanal D dizilerinde de herkes yalıda oturuyor, buna mı takıldın” diyenler olabilir bana. Peki, o karakterler de “hiçbir şeye sahip olamadık, hepsinin borcu devam ediyor, kapitalizm yüzünden alıyoruz bunları” diye tribüne oynuyor mu? Sanmam. Oktay pekâlâ o evi satıp peşinatıyla bile borçsuz harçsız iki ev alabilir. Altı dolmayan sloganları sevmiyorum.

Oktay’ın eşi Nil Uysal iyi bir okuldan mezun olmuş ama bir sene sonra çocuk yapmış ve sonraki 17 sene çalışamamış. Şimdi işe dönmek istiyor. Genç görünmezse iş bulamayacağını düşünerek pahalı bir estetik müdahale geçiriyor. Pahalı olduğunu nereden mi biliyoruz? Çünkü Oktay’ın kredi kartına taksit yapılmış. Nasıl bir doktorsa bu, taksitle iş yapıyor. Buradaki Günday “fikri”yse sanırım iş hayatındaki yaşçılık. Kadınların belli bir yaştan sonra iş hayatında karşılaştıkları zorluklardan bahsetmek istemiş. Nil’in kafede tanıştığı yarı-deli-yarı-eğlenceli Yağmur “hiç tacize uğramadıysan, hiç çalışmamışsındır” diyerek, çalışan kadınların başka bir yarasını dile getirdiğinde zaten anlıyoruz ki Günday’ın -tek cümlelik de olsa- sosyal mesajları bitmeyecek. Keşke sonra Nil’in sadece sıkıldığı için işe dönmek istemesi, arkadaş ve flört bulduktan sonra iş aramayı bırakması, kocasının parasını pahalı mekanlarda çatır çatır harcamaktan imtina etmemesi gibi olaylar bu önemli mesajları zayıflatmasaydı. Yine seyirciye atılan sloganlar ve yine aslında yaratılan karakterde bir karşılığı yok.

Oktay ve Nil’in 17 yaşındaki oğulları anlaşılamamaktan şikayetçi. O da anne ve babası gibi başka bir insan olmak istiyor. Mimar olmamak için sınava geç kalmış. Sonra bunun için başkasını suçlamaya başlamış ve intikam uğruna genç bir kadının hayatıyla oynuyor. Yalancı, manipülatör ve dengesiz. Açıkçası Ege karakterinin şırıngalı sahnede gerilim yaratmak dışında dizide hiçbir işlevi yok. Günday’ın aklına böyle bir twist “fikri” gelmiş ve bunu Uysallar dizisine yerleştirmek için Ege karakterini yaratmış gibi. Bence olmamış. Yaptığı plan sonrası “zaten senin suçun yoktu” demesi onun tüm sahnelerini çökertiyor. Tek amaç Ege’nin ruh hastası olduğunu ima etmekse de yine attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmiyor. “Absürt dizide mantık aranmaz” mı dediniz? Peki. Öyle boş boş bakalım ekrana.

Evin küçük kızı için Lisa Simpson örnek alınmış sanırım. Doğaya ve çevresine duyarlı, feminist, cep telefonu istemeyen, komşularıyla tanışmak için kapı kapı gezen, özel bir çocuk. Ama ailesinin zengin-fakir algısıyla zehirlenmiş ne yazık ki. İnsanları ev ve işleriyle yargılaması öğretilmiş. Yine de çok tatlı ve evin en akıllısı. Dizinin de oturmuş tek karakteri. 700 bölüm The Simpsons’ın ardından zaten bu da oturmasa…

Oktay’ın asker babası Olcay da hayatı boyunca karısını aldatmış, demans hastasıyken eve gelen bakıcıyı hamile bırakmış, çocuğuna ve karısına sürekli korkunç davranmış ama ilerleyen yaşıyla birlikte bakıcı kadına âşık olduğunu düşünerek peşine düşmüş toksik bir erkek. Günday ona da en az psikopat Ege kadar anlayışlı yaklaşıyor. Olcay’ın Sofia’yı ikna etmek için kurduğu cümleleri sanki biz Olcay’ı acıyıp sevelim diye yazmış. Toplumda böyle adamlar var, hayatları ailelerine eziyet etmekle geçiyor ama biz yine de onları affetmeliyiz, öyle mi? Bu mu bu karakterle verilen mesaj? “Hepimiz arka plandaki yatalak adam gibi olacağız, o zaman toksik erkeklere bir şans daha verelim!” Peki…

Uysallar’da komedi yaratma göreviyse hiçbir şeyi beğenmeyen ve sürekli kuşburnu çayı içen Berhudar’a düşüyor. Ailesinin terk ettiği, Ankara’dan gelen bir bürokrat. Mimar Oktay’a hayatının özgürleşmeye karar verdiği döneminde hapishane inşa ettiren hınzır(!) Günday “fikri”nin bir parçası olarak hükümet görevlisi sıfatıyla gelen ve “Avrupa’nın en büyüğü” deyip durarak hangi iktidara yakın olduğunun altını çizen Berhudar’ın gizlice rakı içip soranlara “alkol almıyorum” demesi ya da eksantrik çıkışları yer yer komik (diyelim hadi) ve elbette (suya sabuna fazla dokunmadan) politik.

Dizideki her karakter Bir Başka-sı olmak istiyor. Oktay okuyup plaza insanı olmaktan şikayetçi, gençliğindeki punkçı günlerini özlüyor ve geceleri başka bir hayat yaşamaya başlayarak kendinden kaçıyor. Nil bir plazada çalışıyormuş gibi yalan söylüyor, olmayan iş arkadaşının tacizine uğradığını falan anlatarak haince puan topluyor ve boşanmış taklidi yapıyor. Ege, ailesi ve ekonomik durumuyla ilgili yalanlar söylüyor, kişinin beden bütünlüğüne saldırı suçu olacak Hollywoodvari planlar yapıyor ve ne iş yapması gerektiğine karar veremezse intihar edeceğini belirtiyor. Onunla ilgili başka rahatsız edici bir detaysa, işçi taklidi yapıp sempati kazanmaya çalışırken gerçek işçilere korkunç davranan bir ergenden fazlası olmaması. Ama sonra, kapatıldıkları hapishane demosunda ne yapıyorlar? Uzlaşmak istiyorlar. Bir tanesi de çıkıp “ben artık başka türlü yaşamak istiyorum” diyemiyor. O başka türlü yaşama erişmek için yaptıkları ortaya çıkmasın diye birbirlerini yiyorlar hatta. Hiçbir karakter sekiz bölümün sonunda dönüşüme uğramıyor anlayacağınız. Peki.

Uysallar’ın büyük sorunlarından biri kör göze parmak satırları. Diğeri de tutarsızlıkları. Oktay’ın her güne yıkım videolarıyla başlaması mesela çok çiğ değil mi? İşi yapı tasarlamak olan adam aslında onları yıkmayı hayal ediyor, falan. Sırtına yazdığı cümle de öyle. Cemiyet dergilerine evinin kapılarını açacak kadar zengin bir aile Uysallar ama estetik müdahale ödemelerini kredi kartına taksitle yaptıkları iddia ediliyor dramatik etkiyi artırmak için. Ne gerek var? O dergi kupürünü görmesek böyle bir sorun olmayacak. Allah’a “çok sağ ol ya” diyen bir kadın sonuçta Nil, işe girmek için yüzüne müdahale ettiren, kocasını aldatan, sürekli yalan söyleyen biri. Onun üzerinden sistem eleştirisi yapmak tutmaz ki! Annesi ölünce hiç ağlamayan Oktay’a bakıyoruz, aşırı duygusal. Öner Erkan’ın çocuksu yüzüne bakıp hain mi görmemiz bekleniyor, Tyler Durden mı? Olamaz öyle bir şey. Kendi evinde bile özgür olmayan, hangi kitabı okuyacağına ailesinin karar verdiği, çocukluğunda kişisel alanı flütünün içiyle sınırlandırılmış, panik atak geçirip oturacak hassas bir kalp o, ne punk’ı. Hayatta hiçbir şeyi protesto etmemiş de hep TV karşısından izlemişmiş… Tamam afili cümleler bunlar, yazması ve seslendirmesi güzel ama Oktay gerçekten bu düzeni yıkacak kişi mi? Bir de “sis altındaki İstanbul” metaforu var. Bak bak… Artık daha rahat suç işleniyormuş sisten dolayı. Gotham mı burası? Hava kirliliği diyenler de dış güçlerin eline koz veriyormuş, incelikli siyasi hicve gel(!) Beyaz yakalılar sanat çöpçüsüymüş ama sanat da yine en çok onlarla dalga geçiyormuş. Ne derin(!) Tweet atanlar da polis gelip alır diye korkuyormuş, evet, doğru, sonra? Yeri ne bunun bu senaryoda? Aklımıza ne gelirse yazalım, ya tutarsa. (Tutacağına da eminim, o ayrı.)

Uysallar bir değil bin Günday fikrinden oluşuyor ama bu fikirlerin çoğu havada uçuşuyor. Saylak her seferinde daha iyi bir yönetmen olurken, Günday harıl harıl vasat metinler ortaya koyuyor. Uysallar izlenir mi, izlenir. Akıcı mı, akıcı. Oyuncular nasıl, harika, özellikle de Songül Öden ve Uğur Yücel. İçinden sayısız GIF ve alıntı çıkar mı, elbette. Sosyal medyayı sallar mı, neden olmasın. Peki tüm bu çorbanın bir tadı var mı, bence yok. İşlevsiz aileden yola çıkarak işlevsiz toplumu anlatmaya soyunmuş, işlevsiz bir Netflix projesi, o kadar. “Başarı konuşulmaktır” diyenler başarılı bulabilir.

1983 yılında, mutlu bir aileye doğdu. 15 yaşında sinema salonlarıyla tanışıp, bazı filmlere âşık oldu. “Ben de yaparım” zannederek, -o zamanki algısıyla- senaryo yazmaya ve her sene doğum günü gelmeden bir uzun metraj tamamlamaya başladı. “Yapan” olmanın kendisi için o kadar da kolay olmayacağını anladığındaysa bu büyülü dünyadan kopmamak için, filmler hakkında “yazan” olmaya karar verdi. Geçen yıllar içinde istemeden de olsa tıp hekimi olup 12 yıl çalıştıktan sonra mesleği bıraktı. 15 yıllık sinema yazarlığı süresince Altyazı Sinema Dergisi, Filmlerim.com, Öteki Sinema, Blogum Dergisi, Haftalık Sinema Antrakt Gazetesi ve Film Arası Dergisi’nde yazıları yayımlandı ve Ters Ninja sitesinin genel yayın yönetmeni oldu. Yaklaşık 2,5 yıldır da her perşembe yayınladığı, ülkenin ilk dijital platform bülteni Bu Hafta Ne İzlesem? sayesinde tutkusuna bağlı kalmayı sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir