Ünlü Yönetmenlerden Tavsiyeler

Dünyanın en etkili filmlerini yapmış yönetmenlerinin düşünme biçimlerini, çalışma şekillerini varsa stratejilerini merak ederiz. Hasan Aydın’ın “Ünlü Yönetmenlerden Sinema Dersleri” kitabı bu merakı biraz dindirici nitelikte. Bir solukta yönetmenlerin ilham kaynaklarını, motivasyon şekillerini, film çekim model ve tarzlarını, sinemada dikkat ettikleri unsurları ve beğendikleri filmleri hakkında bilgi sahibi olabileceğimiz bir kaynak. Kitaptan, sevdiğim kimi yönetmenlerle ilgili etkili bulduğum ve altını çizmek istediğim bazı bölümleri paylaşacağım. 

Robert Rodrigez, çok para harcamadan iyi filmlerin çekilebileceğini kanıtlamış. Kamerayı bile ödünç alarak eldekilerle film çekilebileceğini açıklıyor.“El-Mariachi’yi yaptığımda bir kaplumbağam, bir gitar kutum, küçük bir kasabam vardı ve bunları anlatan bir film yapacağım.” diyerek işe koyulduğunu anlatıyor.  

Rodrigez, çekim aşamasıyla ilgili uyguladığı bir yöntemi de şöyle açıklıyor: “Gözünüzü kapatın ve bu siyah ekrana uzun uzun bakın. Kendi filminizi bu ekranda hayal edin. Çekim, kesme, çekim, kesme… Filminizi izleyin, kendi içinizde eleştirin ve daha sonra gördüğünüz çekimleri yazın ve sonra gidin, bunları çekin.”

Tim Burton sette uzlaşmacı tavrın oluşabilecek sorunların çözümünde ve filmin istenilen noktaya ulaşmasında oldukça önemli olduğunun altını çiziyor. Sette doğaçlamaların önemine de inanıyor. Burton, her ne kadar story boardlar çizilse, hazırlık ya da prova yapılsa bile çekimde anın büyüsüne işleri bıraktığını söylüyor. 

Burton “Her film bir deneydir. Yapımcılar bunu duymak istemezler tabii ki. Ne yaptığınızı çok iyi bilmenizi isterler ama doğrusu esas kararlarınızın çoğunluğunu, yanılma payının artık önemli olmadığı son anlarda alırsınız.” şeklinde bu özelliğini özetliyor. Burton, hiçbir zaman oyuncuları seçmelere sokmuyor. Onun için önemli olan iyi oynayıp oynamadığı değil, rolüne uygun olup olmadığı. 

John Woo, her sahneyi birçok kamerayla çektiğini, aynı anda 15 kamerayla bile çekim yapabildiğini belirtiyor. Woo “Aktörün yüzünü 180mm’lik objektifle çektiğiniz zaman gerçekten onun karşınızda olduğu hissine kapılıyorsunuz. Bir zenginlik sunuyor. Kısaca ben uç noktaları severim.” diyor.  Ön çalışmaların, teorinin de Woo için çok anlamı yok. Bununla ilgili ise “Teori bana ilham vermez. Sette olmam gerekir, önce aktörlerle çalışırım çünkü ihtiyacım olan duyguyu onlar yaratacaktır. Sahnenin özünü, anlamını bulmaya çalışırım. Mesela yalnızlık üzerine bir sahneyse aktöre ‘Senaryoyu, anlattığı şeyi unut, pencerenin karşısına geç ve yalnızlığını oyna.’ derim. Sahneyi çekebilmek için bende bir his uyandırmasını beklerim ancak ondan sonra kamerayı yerleştiririm.” şeklinde tarzını açıklıyor.

Jean Luc Godard genel sinema eğitimini eleştiriyor, diyor ki: “Tıp öğrencilerine kulak iltihabı olan bir hastayı gösterseniz, sonra da hastayı eve gönderip onun nasıl iyileştirilmesi gerektiğini anlatsanız hiçbir anlamı kalmaz. Hastaya, öğrencilerin önlerinde tedavi yapmanız lazım. İşte sinema da buna benzer. Tıptaki gibi uygulamalı bir öğrenim olmalı. Önce izleyip sonra üstüne konuşmak beni şok ediyor. Sinema, görerek, somut bir şekilde görüntü önümüzdeyken tartışılmalıdır. Derslerin çoğunda öğrenciler hiçbir şey görmüyor, sadece onlara gördükleri söylenen şeyleri görüyorlar…”

Godard’ın eleştirdiği konulardan biri de birçok yönetmenini yalnızca görülenin filmini çekmekle yetinmesi. Godard bu düşüncesini şöyle anlatıyor: “Film iki seviyede okunabilir; görülebilen ve görünmeyen. Kameranın önüne koyduğunuz görülebilendir eğer sadece bu varsa bir televizyon filmi yapmışsınız, demektir. Benim için gerçek filmler ancak görülebilenin arasından ulaşılabilen görünmeyeni içerenlerdir.” 

Godard’ın sette gördüğü püf noktalardan biri ise kamera yerleşimi. Kameranın yerleştirileceği yer bilinmiyorsa mutlaka yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu söylüyor. Sahne kötü olabilir, aktörlerin yerleşimi iyi olmayabilir vs. Bunu bir alarm sinyali olarak ifade ediyor.

Martin Scorsese’a göre bir film ne kadar öznelse o kadar sanat eseri olma konumuna yaklaşıyor. “Filmlerini kendilerine ait bir eserin parçası hâline getirme” olarak tanımladığı bu durumu yakalamak için ise illaki filmin senaryosunu da kendisinin yazmak zorunda olmadığını belirtiyor. Senaryoyu filme alış tarzıyla görüntüyü kurgulayışlarıyla seçtikleri müzikle vs. bunu başarıyorlar.

Scorsese “Bir yönetmenin görevi neden söz ettiğini bilmektir. En azından insanlara iletmek istediği hisleri duyguları tanımalıdır.” diyor. Yönetmenlik açısından öğrendiği başlıca dersi ise şöyle tanımlıyor: “Yönetmenin bir yandan ne istediğini çok iyi bilmesi ve onu elde etmek için her şeyi yapması, diğer yandan da şartlara göre her şeyi değiştirme kabiliyetine sahip olması gibi sürekli iki gerilime maruz kalması.”

Yönetmenin kaçınması gereken çok sayıda hatadan birinin ise “tekrar” olduğunun altını şu sözlerle çiziyor: “Filmin hatta bir sahnenin üzerinde çok fazla ısrar etmek, dolayısıyla da aynı mesajı tekrarlamak ya da birçok defa aynı duyguyu ortaya çıkartmaya meyletmek. Duygu seviyesinde bu az çok idare edilebilir. Bazen duygu birikimi o kadar yoğunlaşır ki başka bir şeye dönüşebilir. Fakat gördüğüm bazı filmlerde sonunda başrol oyuncusunun filmin adının ne demek olduğunu açıklamak ve seyircinin hikâyeyi iyice anladığından emin olmak için bir söylev verdiği hissine kapılıyorum ve bu da benim sinirime dokunuyor.” 

David Lynch, kendi düşüncesine göre çekilmiş en iyi filmleri şöyle sıralıyor: Fellini’nin 8 ½,  Billy Wilder’ın Sunset Bulvarı, Tati’nin Les Vacandes De Hulot, Hitchcock’un The Rear Window’u. Filmin başlangıç noktasının bir fikir, kıvılcım olduğunu ve bu fikri yem olarak kullanarak peş peşe sudan balık çıkarırcasına gerisinin kolaylıkla getirileceğini açıklıyor. Lynch için başlangıçtaki çıkış noktasına, fikre sadık kalmak bir yönetmen için en önemli şey. Film yapımı sırasında araya giren başka konuların sizi fikrinizden uzaklaştırmaması gerektiği konusunda çok net düşünceye sahip. 

Bir yönetmenin aynı zamanda hem beyni hem de kalbi ile düşünebilmesi gerektiğini de aktarıyor. “Akıl ve duygular arasındaki bağlantıyı canlı tutmak şart.” diyor.  

Film çekerken kendine özgü eğitimlerin olduğunu belirttiği bölümde ise “Kontrastlarla oynamaktan, geniş alan derinliği veren objektiflerle çalışmaktan, çok çok yakından çektiğim ayrıntılı planlardan hoşlanıyorum.” diyor. 

Ünlü Yönetmenlerden Sinema Dersleri Kitabı’nda, Wim Wenders, Pedro Almodovar, Emir Kusturica, Sydney Pollack, Woody Allen, Claude Sautet, Milos Forman, Bertrand Blier, David Cronenberg’e de yer verilmiş. Kitabın son söz bölümü ise Sinema Eleştirmeni Mehmet Açar’a ait.

Kaynak:

Hasan Aydın, Ünlü Yönetmenlerden Sinema Dersleri, 1. Baskı, İstanbul, İnkılap Kitabevi, 2017.       Sayfa Sayısı: 200 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, TV ve Sinema Bölümü’nden mezun oldu, ardından Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Ana Bilim Dalı, Medya Ekonomisi ve İşletmeciliği Bölümü’nde Yüksek Lisans yaptı, aynı bölümde Doktora eğitimine devam ediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir