‘Kısa Filmde Bir Tanıklık Söz Konusu’

Yeni haftadan herkese merhaba. 26. defa sizlerle buluşturduğum Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinde yine bir genç yönetmen konuğum olacak.Bu hafta konuşacağımız kısa film,yaşadıklarından sonra bir kırılma noktasına gelen Aytuğ karakterinin hikayesinin anlatıldığı Ayrık Otu olacak.

Bu haftanın röportajında daha yakından tanıyacağımız isim, Ayrık Otu filminin yönetmen ve senaristi Doğuş Minsin.

Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Doğuş Minsin?

19 Ekim 1991 İstanbul doğumluyum. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema ve Televizyon bölümünden 2016 yılında mezun oldum. Okul yıllarımdan beri öğrenci projelerinde her işi yaptım. Her dönem nerdeyse kısa film ödevlerimiz oluyordu. Tabii ödev oldukları için çok filmlik bir durumları olmasa da birçok deneyim kazanmamıza yardımcı oluyordu bu çekimler. Ben her işte bulunmaya çalışsam da çoğunlukla yolum kurgu ve post-prodüksiyon bölümüne doğru kaydı. Daha sonra da dışarıdan bizim okula gelen bir öğretmenimizin firmasında 2D animasyon stajı yaptım. Bu öğrendiklerim ve deneyimlediklerimle kurgu, animasyon, görsel efekt işlerinde çalışarak okul zamanı ve sonrası işler yaptım. En son çalıştığım yerde birkaç dijital reklam yönetmenliğim de oldu. Corona sebebiyle o taraflara uzaklaştım şimdi başka bir alanda video production işi yapıyorum. Genel hatlarıyla sektörün içinde yönetmen olarak çok fazla bulunmadım. Kendi yaptığım filmler dışında. İki kısa filmim oldu şu ana kadar. Bakalım, ilerleyen dönemlerde başka işlerde yapmak istiyorum.

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyon süreci ne kadar sürede tamamlandı?

İlk kısa filmimden sonra tekrar bir kısa film yapma fikrine girmem uzun bir zaman aldı. İlk filmde yaşadığım maddi ve manevi sıkıntılar motivasyonumu oldukça düşürmüştü. Daha sonra doğru zaman ve imkanlar oluşmaya başlayınca özellikle eşimin motive edici tutumuyla beraber tekrar bir kısa film çekme fikrine kapıldım. Bu dönem boyunca birçok hikâye araştırdım. Halihazırda yazılmış birkaç hikâye üzerine çalıştım. Kendim de iki ya da üç hikâye çıkarttım. Daha sonra bütün fikirleri eleyip tek bir hikâyede karar kıldım.

Hikâye netleştikten sonra esas problem maddi kaynak bulma ve filmi gerçekleştirme oluyor. Fikrinizi ve hikayenizi bir yerlere onaylatıp ona bütçe bulmak sıkıntılı bir iş. Bir önceki filmimde bakanlık tarafından bir bütçem vardı. Ona rağmen hem dönem filmi hem de fantastik bir film olmasından dolayı o bütçe içerisinde bir şeyler yapmak zorlamıştı. Şimdi ise direkt bir yapımcı arayışına girmem gerekiyordu çünkü hali hazırda kendim filmi karşılayacak bir maddi birikime sahip değildim. Kuzgun filmim ile Cannes Short Film Corner’da bulundum. Orada edindiğim bağlantılardan biri olan şimdiki filmimin ortak yapımcısı ile tanışmıştım. O da dahil birkaç kişiye filmimin senaryosunu attım ve bütçeye ihtiyacım olduğunu belirttim. Kabataslak bir bütçe planım vardı. Onunla beraber yapımcı aramaya başladım.

Ece (Güçer) Hanım, yani yapımcım filmin hikayesini beğendi. Bir yapımcı işin içine girdiğinde filminizin satış pazarlama kriterleri göz önüne alınıyor. Bağımsız yapım olmak bu konularda maddi özgürlükle eşdeğer. İlk baştaki hikâye fikrim ve hikâyenin gidişatı, festivallerin ve benzer mercilerin beğenisinde şekillenmeye başladı. Sonunda yapımcım ve danıştığım birkaç arkadaşımın önerileriyle senaryomu final haline getirdim.

Yapımcım olması güzel bir durum. Birçok kısa filmin yapımcısı olmuyor. Kendi bütçeleri ya da bakanlık ve birkaç düşük sayıdaki fon ile filmi çekmeye çalışıyorlar. Fakat çok büyük bir bütçe ile de filmi çekmedim. En büyük avantajım filmlerde maddi olarak çok fazla yer tutan yapım sonrası bölümünü kendim hallediyor olmamdı. Önceden çalıştığım görsel efekt firmasındaki abilerim de bana destek olmayı kabul etmişlerdi. Onların emekleri de çok büyüktür.

Artık maddi olarak planımı yaptıktan sonra filmin storyboardlarını tasarladım. Önceki filmimde eşimin çok güzel storyboardları vardı filmim için. Bu filmde de bir arkadaşımızdan yardım aldım. Storyboard filmin iskeletini ve görsel olarak nasıl bir doku yakalayacağınızı çok güzel çıkartıyor. Bu aşamadan sonra teknik ekip takvim ve filmin bitiş sürecini planlamaya başladım.

Teknik ekip için okuldan sınıf arkadaşım olan ve şu an piyasada reklam ve klip yönetmenliği yapan bir arkadaşımla irtibata geçtim. Film işinde her şey bir bağlantı işi. Sizi bilen ve sizin bildiğiniz insanlarla sürekli bağlantınız olması gerekiyor. Ben o sürekliliği yakalamakta zorlansam da insanlarla iyi ilişkiler kurmaya özen gösteren biriyim. Sağ olsun arkadaşım da bu durumda bana yardımcı olup filme ortak oldu. Kendisi ile bütçe planlamamızın üzerinden geçip neyi nasıl ne şekilde kaç gün kiralayıp kullanabiliriz gibi planlar yaptık. Onun çevresindeki erişebileceği çok güzel bağlantılar vardı. Bu konularda çok büyük destek aldım. Ve önceden belirlediğim mekanlara gidip çekim için mekanları belirledik. Bu süreç biraz geniş bir süreç oldu çünkü hem o hem ben de dışarıdaki işlerimiz ile ilgilenmek zorundaydık.

Önceden belirlediğim takvim üç günlük bir çekim takvimiydi fakat kamera, ışık, set ekibi gibi kalemlerin üç gün kiralanması ve uygun olması elimizdeki bütçe dahilinde imkansızdı. Bu sebeple bir tam günde filmin çekimlerini bitirdik.

Film bittikten sonra kurgusunu kendim yapacağım için biraz geniş bir zamanda kurguyu tamamladım ve görsel efekt, ses miksaj ile renk düzenlemesi tamamlandı filmin. Daha sonra da festival takvimi dahilinde filmi festivallere göndermeye başladık.

Filmin ortaya çıkış hikayesinden kısaca bahsedebilir misiniz? Aytuğ karakterinin oluşturulması hangi aşamalardan geçti?

Aytuğ karakteri birkaç katmandan oluşan bir karakter. Esinlendiğim bir kısa film ve kendi yaşadıklarım üzerinden şekillendirdim. Bu karakter şekillenişinde de Ayrık Otu metaforunu kullanmak istedim. Hem dışlanan hem de dışlandıkça güçlenen bir karakter yaratmaya çalıştım. Umarım başarılı olmuşumdur.

Film kendi içinde erkek şiddeti, ataerkil düzen, kadına şiddet, tecavüz ve homofobi gibi birçok ciddi konuyu aynı düzlemde ele alıyor. Tüm bu temaların etrafında oluşan ve bir derdi olan film size ne gibi sorumluluklar yükledi?

Aslında filme ben bu konuda sezgisel yaklaştım. Bu yüzden bazı problemler ile karşılaştığım söylenebilir. Bazı yanlış anlaşılmalar da oldu süreç içerisinde. Daha iyi hazırlanmalı ve bu konularda kendime daha çok soru sormalıymışım diye düşündüm.

Bir yandan da bu ciddi konular aslında bir çoğumuzun kanıksadığı ve normal olarak karşıladığı konulardı. Tek tek ele almaktansa hikâye gidişatında kullanmak istedim.

Kısa metrajlarda çok alışık olmadığımız geçmiş ve bugün arasındaki bağlantıya da neden-sonuç ilişkisi kurarak yansıtmışsınız filminizde. Bu da Aytuğ karakterinin bugünkü yaşamına dair de bizlere ipucu veriyor ve filmdeki boşlukları tamamlıyor. Bu tercihinizin altında yatan neden neydi?

Senaryonun ilk halinde sadece kafe sahnesine odaklanıp orda yaşanılan anlık bir durumu anlatmak istemiştim. Aytuğ’un uğradığı zorbalığı ve o zorbalığa karşı duruşu ile filmi bitirmek istemiştim. Fakat yapımcımın ve birkaç önerinin üzerine filmi bu şekilde dönüştürdüm. Bu dönüşümler daha çok anlaşılma kaygısı üzerine oluştu. Filmi anlaşılır, Aytuğ’un hikayesini daha çok boyutlu halde göstermek gerekliliği doğdu. Bana göre aslında filmin boşluklarını doldurmak yerine filme fazlalık gibi geliyor açıkçası bazı yerler. Aytuğ aslında o gün bir karar vererek kendini saklamaktan vazgeçen bir insan ve onun o kararını verdiği güne biz tanıklık ediyor olacaktık o kafe sahnesinde. Gerisi izleyicinin hayaline ve ne düşünmek istediğine kalacaktı fakat dediğim gibi bu tarz hikayeler genel kısa film algısına pek oturmadı. Özellikle Türkiye’de bu algı çok yerleşmiş bir algı değil. Daha çok uzun filmin kısası gibi bir kafada kısa film üretimi gerçekleşiyor. Bana kalsa sadece o durum ve o durumun yarattığı duygu bana daha etkili geliyor. Bu kararları verirken en son benim süzgecimden geçse de filmin son hali aslında benim hayal ettiğimden uzaklaşmış bir yerde. Bu da ikinci sorunuzda cevapladığım kriterler sebebiyle.

Filmin bir sahnesinde Aytuğ’un üzerinde büyümeye başlayan “ayrık otu”nu görüyoruz ve bu da bize karaktere dair pek çok sembolik okuma fırsatı sunuyor. Filme adını da veren ve imgesel olarak oldukça güçlü bir anlatımı kılan bu ayrıntıyı kullanmaya nasıl karar verdiniz?

Ben hikayelerime sezgisel yaklaşmayı seviyorum. Bir nevi düşünce akışı sistemini kullanmaya çalışıyorum. O an Aytuğ için toplumdan ayrı, aykırı yani ayrık bir insan. O bir yabani, istenmeyen biri diye düşünmüştüm. Bu düşüncelerin ışığında onun ayrık otu ile aşırı bağlantılı bir varlığı olduğuna kanaat getirdim. O da diğer yabani bitkiler gibi güzelliği keşfedilmemiş ve belli kalıpların içerisinde kendine yer edinemeyen ve tehdit olarak görülen bir ayrık otuydu.

Aytuğ, çocukken yaşadığı travma sonrasında büyük bir ikilemle karşı karşıya kalıyor. Ya toplumun onun için sunduğu hayatı reddedip yaşamını sonlandıracaktır ya da kendi istediği gibi yaşamayı seçip toplumu karşısına alacaktır. Çatışmalar üzerine kurulu filmin senaryosunu yazarken sizi zorlayan noktalar oldu mu?

Şunu düzeltmek gerek. Aytuğ’un çocukken yaşadıkları sadece bir başlangıç. O yaşadığı olayın sonrasında bir ikileme düşmüyor. Zaten kendi olarak başladığı hayatta en yakını olarak gördüğü insanlar tarafından darbeler alıyor ve kendi olmaktan uzaklaştırılıyor. Kendini gizleyerek toplum tarafından kabul görülecek bir şekilde gizlice saklanarak yaşıyor ve hayatı boyunca gördüğü ayrımcılık ve travmatik olaylar sonrasında her seferinde yaşama tutunuyor ama artık bu gücü kaybettiği bir anda tekrar ve daha güçlü var olma isteği ile hayata dönüyor.

Bir kısa filmde bu tarz bir çatışmayı anlatmak ustalık gerektiren bir durum. Ben birçok etmenle kendi başıma uğraştım. Her ne kadar bana destek olan çok iyi insanlar olsa da filmin hikaye kısmında en sonunda tek başınıza kalıp kararları vermeniz gerekiyor. Bu sebeple bahsettiğim ustalığa daha erişemediğimi düşünüyorum. Ama sonunda çıkan filminde birçok emekle ve güzel bir iş olduğunu görebiliyorum fakat benim için “Oldu bu, evet” dediğim bir film değil. Daha önümde hem yönetmen hem de hikaye anlatıcı olarak çok yol var.

Aytuğ’un filmin son anlarındaki gururlu bakışı toplumun dayatmaları, ahlak anlayışı ve genel düzenine karşı da son derece isyankâr bir ifade olarak hafızalarda yer ediniyor. Kelimeler yerine güçlü bir bakışı tercih etmenizin nedeni nedir?

Filmde bu anlatımın izleyene geçiyor olması benim çok mutlu etti. Ben gerekmedikçe filmde konuşan birbiriyle boş laf yapan karakterleri pek sevemedim. Film öncelikle bir görsel sanat. Ve ilk izlenimimiz görseller ile oluyor. O yüzden filmde gösterilen her karenin bir anlamı olmalı ve vardır da. Karakteri dertleriyle ilgili ne kadar konuşturursanız o kadar göze parmak dediğimiz ve kolaycı yaklaşıma yakınlaşmış olursunuz ama her konuda olduğu gibi bu durumu da ustaca kullanmak mümkün. Bunu da doğru yerde doğru anda kullanmak gerekli.

Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, YorgosLanthimos, David Lynch ve PedroAlmodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?

Kısa film ile uzun metraj film benzer disiplinler içinde farklı sanatsal yaklaşımlar gerektiren iki yöntem. Kısa filmde vuruculuk, zamanın ve görsellerin en etkili ve yerinde kullanılması gibi daha ustalık gerektiren durumlar var. Tabii bunlara ek birçok başka yöntemler de mevcut. Uzun metrajlı bir filmde ise genişe yayılan bir örgü söz konusu. Seyirciyi bir yerden başka bir yere taşıyorsunuz. Kısa filmde bir tanıklık söz konusu, uzunda ise bir yolculuk fakat bu ayrımlar benim filmi yapım sürecimde bile beni etkiledi.

Kısa film sadece uzun metraj film çekmeye basamak olmaktan ziyade, uzun filmin bir kısa haline dönüşmeye başladı. Bahsettiğiniz yönetmenler imkanları olan ve bağlantıları güçlü yönetmenler ve tabii kısa film için daha çok saygın kurum ve kuruluşa sahip yerler. Bizim yakın dönemde bu zihniyeti oluşturmakta çok çaba sarf eden ve benim de üyesi olduğum bir Kısa Film Yönetmenleri Derneği’miz var. Bu konuda çalışarak kısa filmcilere destek oluyorlar fakat kısa film daha fazla desteğe ihtiyaç duyan bir alan. Sizin bir kısa film çektikten sonra bir sonraki için de bir şeyler kazanıyor olmanız lazım ki devamlılığını sağlayabilesiniz. Ve tabii heyecanınızı kaybetmemenizi sizi motive edecek şeylerin sunulmasını sağlayan durumlar olmalı. Bu durum benim düşünceme göre kısa film yönetmenlerini uzun metraj film çekmeye yönlendiriyor çünkü uzun metraj bir filmin yapımından sonra daha çok size imkan sağlanırken bir başka kısa filmi çekmek ona bütçe bulmak her seferinden zorlu bir mücadele.

İlerleyen süreçte için hazırlıklarını sürdürdüğünüz başka kısa film projeniz var mı?

Düşündüğüm birkaç hikâye var. Ama sanırım zamanı gelmediği için yapım öncesi aşamasına geçemedim. Bir yandan da yaşam mücadelesi ile uğraşmak gerektiği için projeler kenarda kalabiliyor. Ben ilk başta heyecan ile hikâye yazıp daha sonra o hikâyeye karşı çok acımasız davranabiliyorum. Şu anlık iki hikayem var diyebilirim. Uzun süredir kenarda bekleyen bir uzun metraj belgesel ve uzun metraj film hikayem var. Bakalım zaman ne gösterecek ne şekilde ilerleyeceğim bu belirsizlikler içinde emin olamıyorum.

Son olarak filmimi izleyip bu güzel soruları sorduğunuz için çok teşekkür ederim.

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir