‘Göç, Çaresizliği İfade Ediyor’

Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 57. haftasından herkese merhaba.Bugüne dek çoğunluğu Türkiye’de yaşayan yönetmenlerle yaptığım röportajların yanı sıra yurt dışında yaşayan yönetmenlerimizle de ağırladığım röportajları sizinle buluşturuyorum. Bugün yine ülkemizin sınırları dışına çıkıp fazla da uzaklaşmadan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden Doğuş Özokutan’ı konuk edeceğim. Mülteci meselesini işleyen yönetmenin kısa metrajı Teslimat, hasta kızının hayatını kurtarmak için para bulabilmenin yolunu mültecileri soğutuculu et kamyonunda taşımayla çözüleceğini sanan Yusuf’un hikayesini anlatıyor.

Doğuş Özokutan ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.

Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Doğuş Özokutan?

Sanırım en kısa şekliyle hikaye anlatıcısı… Kısa filmler yazıyorum, yönetiyorum. Aynı zamanda gazetecilik de yapıyorum. Kıbrıs’ta doğup büyüdüm. Şu ana kadar biri animasyon olmak üzere dört kısa film çektim. Çok sayıda belgesel projesinde, farklı görevler aldım. Kurmaca filmlerime genel olarak, “kader” ve “ölüm” temaları ile trajikomik öğeler hakim diyebilirim.

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyonu ne kadar sürede tamamlandı?

Teslimat’ı yazmaya 2019’un başında karar verdim ancak çekimleri yapmamız 2020 ocak ayını buldu. Senaryo hazırlık sürecinde, konu üzerine araştırmalar yaptım, çok sayıda mülteci ile görüştüm, öykülerini dinledim… Çekim hazırlığı yapmaya ise ekim 2019’da başladım. Çok düşük bütçelerle çalışmak durumunda olduğumuz için hazırlık süreci iki aydan uzun sürdü. Kıbrıs’ta sinema sektörü olmadığından yetişmiş eleman da yok. O yüzden dekorlarla, set hazırlığıyla, kostümlerle birebir ilgilenmem gerekti. Bu da ön hazırlık sürecini ciddi şekilde uzattı. Çekimler 2020’nin ocak ayında dört günde tamamlandı. Post prodüksiyon sürecimiz ise, pandemiye takıldı. Filmin tamamlanması ekim 2020’yi buldu ve prömiyerimizi kasım 2020’de Torino Film Festivali’nde yaptık.

Filmin ortaya çıkış hikayesi nasıl gerçekleşti? Kurgusal yönü mü daha ağır yoksa gerçek hayattan esinlenerek mi oluştu?

Teslimat, gerçek hayattan esinlenerek yazılmış bir film. Bahsettiğim gibi, hazırlık sürecinde, çok sayıda mülteci ile görüştüm, yaşadıklarını dinledim. Birbirinden oldukça farklı çok sayıda öykünün birbiriyle ortaklaşan yanları o kadar fazlaydı ki… Bunların başını da ne yazık ki çaresizlik, yalnız bırakılmışlık ve belirsizlik çekiyordu. Ancak ben öyküleri dinledikçe, filmi mültecilerin gözünden anlatmamın doğru olmayacağına karar verdim. Ben, biz, yani dünyanın geriye kalanı bu öykünün neresindeyiz diye düşündüm ve sonuçta Yusuf karakterini yarattım.

Uzun yıllardır süregelen mülteci sorunu özellikle Arap Baharı’nın yaşanmasıyla birlikte önüne geçilemez bir hal oldu. Orta Doğu’dan Avrupa’ya geçiş güzergahında bulunan Türkiye ise bu anlamda mültecilerin en çok bulunduğu ülke konumunda şu an. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti özelinde bu durum hangi boyutlarda peki?

Kıbrıs, mültecilerin göç rotasının tam üzerine oturuyor. Bu yüzden yaşanan dramın merkezlerinden de biri. Sık sık yakalanan mülteci botları ya da kıyıya vuran insan bedenlerinin haberlerini alıyoruz.

Geçmişten bugüne göç dediğimizde genellikle acılar, sıkıntılar ve güçlükler beliriyor zihnimizde. Göç acılarla yoğruldu için mi toplumların hafızasına kazınan hikayeler çıkıyor ortaya?

Özellikle de savaşlara, çatışmalara bağlı zorunlu göçler coğrafyamızın geçmişinde derin izler bırakmış durumda. Ve evet bu travmaların unutulması pek kolay değil. İnsanlar göç yollarında yaşadıkları korkuyu da unutamıyor, geride bırakıp gitmek zorunda kaldıkları evlerini, dostlarını, aile üyelerini de… Toplumsal hafıza, acılar konusunda biraz daha seçici, göçlerin acılarının hep taze kalmasının sebebi belki de budur.

Göç her zaman biraz mecburi ve trajedilere gebe bir yolculuktur. Bunu da filmde soğutuculu et kamyonunda botlara gitmeye çalışan mülteciler ile anlatıyorsunuz. Göç sizin ne anlam ifade ediyor?

Göç benim için en temelde çaresizliği ifade ediyor. İster savaştan, ister sefaletten ya da baskıdan kaçmak için olsun, bir insanın alıştığı hayatı, içine doğduğu coğrafyayı, gerçekten zorunda hissetmedikçe terk etmeyeceğini düşünüyorum.

Filmin güçlü senaryosunu destekleyen faktörlerden biri de hiç kuşku yok ki hikayenin bir kısmının geçtiği soğutuculu et kamyonunun kasası. Sembolik olarak morgu temsil eden kamyonun kasası bizim için ölümü, mülteciler için ise umudu temsil ediyor. Bu keskin çizgi, senaryo yazım aşamasında sizi duygusal açıdan zorladı mı?

Kesinlikle zorladı. Özellikle araştırma sürecinde izlediğim, savaşta ve göç yolunda ölen kişilerin cansız ve bazen parçalanmış bedenlerinin görüntüleriyle, kamyona asılan etlerin zihnimde birleşmesi beni cidden zorladı. Soğutuculu et kamyonu kasası, hem morgu, hem de mültecilerin kasaplık hayvanlar misali, “mal” gibi muamele görüyor olmasını temsil ediyor. Polis, mesela Yusuf’a kasap olup olmadığını soruyor. Yusuf sadece şoför olduğunu söylese deaslında arkadaki insanlar için bir kasap.

Kızının hayatını kurtarmak isteyen Yusuf’un içinde bulunduğu ikilem, vicdan kavramının tüm ağırlığını seyirci üzerinde hissettiriyor. Hayatta tercihlerimiz arasındaki ikilemlerde ne derece doğru davranıyoruz sizce?

Öncelikle bu soruyu çok değerli bulduğumu söylemem gerek çünkü film benim için aslında en temelinde seçimlerimizle ilgili. Bu noktada aslında benim kendime sorduğum ve seyirciyle de paylaştığım bir soru var: Dünyanın tanık olduğu büyük kötülükler, üzerinden zaman geçmiş bir örnek vermek gerekirse, engelli çocukların gaz odalarında öldürülmesi, Hitler gibi etkili pozisyonda olan kötü birkaç insanın çok etkili şeytani planları nedeniyle mi, yoksa çok sayıda “sıradan” insanın küçük eylemlerinin birleşmesi sonucu mu yaşanmıştır? Bu sıradan insanlar “yapmak zorunda olduğunu düşündükleri” küçük eylemleriyle, örneğin komşularını ihbar ederek, ya da sadece yapılana ses çıkarmayarak bu yaşananların ne kadarlık kısmından sorumludur? Ve bu noktada, ben etrafımda yaşananların ne kadarından sorumluyum? Bu sorular filmin kahramanı Yusuf’un ikileminin de temelinde yatıyor. Ve Teslimat’ta aynı sorular bugünün kıyımları için soruluyor.

Yönetmenliğin yanında gazetecilik de yapıyorsunuz.Yaptığınız her iki iş birbirini nasıl besliyor?

Kesinlikle ikisinin birbirini beslediğini düşünüyorum. Gazetecilik, özellikle senaryo yazarken bana ilham veren öyküler ve insanlarla tanışmama yardımcı oluyor. Sinema yani sanatla dünyaya bakmak ise gazetecilik yaparken olaylara çok boyutlu yaklaşmama, insan öykülerini daha derin anlamlandırıp anlatabilmeme yardım ediyor.

Özellikle son yıllarda insanların uzun süre bir şeylere odaklanıp izleme tahammülü daha düşük seviyelerde. Bu noktada kısa filmler de eskiye nazaran daha çok ilgi görüyor. Bu durum hakkında düşünceleriniz neler?

Kesinlikle haklısınız. Dikkat süresi gerçekten kısaldı. İletişim alanında, tüm mecralarda kısa içerikler gittikçe daha fazla tercih ediliyor. Öte yandan üç saatlik bir filmi izlemek istemeyeceğini düşündüğümüz seyircinin, bir sezon diziyi, sekiz saat başından kalkmadan, bir günde bitirdiğine de şahit olmuyor muyuz? Bu noktada sanırım süreye değil, içeriğe, mecraya ve erişim yöntemine ilişkin dikkatli değerlendirmeler yapmak gerek.

İlerleyen süreç için uzun metraj çekmeyi de düşünüyor musunuz?

Uzun metrajla anlatmayı gerektiren bir hikayem olmadıkça hayır. Kısa metraj genelde uzun metrajdan önceki durak gibi görülüyor ama ben öyle düşünenlerden olmadım hiç. Hatta bana sorarsanız kısa metraj sinemanın ruhunu çoğu zaman uzun metrajdan daha iyi yansıtacak özgürlüğe sahiptir.

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir