Filmim “Utanç” Üzerine…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

27. İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali ve 26. Kartaca Film Festivali’nde En İyi Kısa Film ödüllerini alan Çevirmen’in ( The Translator) senaristi ve yönetmeni Emre Kayiş ile sinema serüveni, Çevirmen’in çekim süreci ve Türkiye’de kısa film çekmek üzerine kısa ama keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Keyifli okumalar dileriz.

 

Sinema tutkusu sizde nasıl başladı anlatır mısınız?

Çocukluğumdan bu yana edebiyata dönük bir ilgim vardı. Nitelikli filmlerle tanışmam lise yıllarına rastlar. Sonrasında ise sinema benim için dönemin görece olumlu atmosferinde festival filmleri, henüz kapanmamış bir TRT 2, merdiven altı entelektüel korsan filmciler ile gittikçe büyüyen bir tutkuya dönüştü.

 

Sinema serüveniniz nasıl bir yoldan geçti? Neden kısa film?

Hukuk fakültesindeki lisans öğrenimim sırasında temel bir sinema eğitimi aldım. Ne istediğime karar vermek açısından bu deneyim oldukça olumlu oldu. Daha sonra yüksek lisans için İngiltere’ye gittim. Çevirmen LFS (London Film School) mezuniyet filmim. Bu noktada kısa metraj bir tercihten ötürü zorunluluk olarak ortaya çıktı. Sınırlı bir bütçe ile nitelikli bir iş yapmak amacıyla kısa metrajlı bir film yaptım.

 

Biraz da film yapım sürecinden bahsedelim. Hikâye nasıl ortaya çıktı? Bütçeyi nasıl ayarladınız?

Film daha önce de değindiğim gibi bir yüksek lisans tez projesi. Senaryonun onaylanması ile birlikte okul belli bir miktar para verdi. Yine Kültür Bakanlığı desteği aldık. Geriye kalan kısmı ise yapımcımla cebimizden finanse etmek durumunda kaldık. Hikayenin nasıl ortaya çıktığını tam olarak hatırlamıyorum. Utanç mefhumu üstüne düşünüyordum, sonra zihnimde pek çok şey bir araya geldi.

 

Film mülteci sorunundan ziyade naif bir aşk öyküsü diyebilir miyiz?

Her ikisini de söyleyebilirsiniz ama benim için Çevirmen utanç üzerine bir kısa film.

 

Bir şeyi çok merak ettim. Amina’nın yediği elmanın metaforik bir anlamı var mı?

Tabii. Eski Ahitteki bilindik hikâyeye bir atıf var orada.

 

Oyuncu seçimini nasıl yaptınız? Özellikle Yusuf?

Yusuf’u oynayan Sherko’yu bulmak oldukça uzun zaman aldı. Önce İstanbul’da ardından da çekimleri gerçekleştirdiğimiz Antakya’da pek çok çocuk gördüm. Ancak aradığım Yusuf’u bir türlü bulamadım. Sonra bir gün Hazzo Pulo’daki çay ocağında garsonluk yapan ağabeylerine yardım eden bir çocuk dikkatimi çekti. Sherko ile o gün tanıştık.

 

 

Teknik ekipte Türk ve yabancı isimler var. Bu ekip nasıl bir araya geldi?

Hazırlık aşamasında, Nick (görüntü yönetmeni), yapımcım Oytun Kal ve ses kurgucusu Raoul dışında aklımda kimse yoktu. İstanbul’a döndükten sonra ekibi tamamladık. Setteki atmosfer ise genel olarak oldukça iyiydi.

 

Filminizin festival sürecinden bahseder misiniz?

Film aralarında Saraybosna, Montreal, Hamptons gibi festivallerin de bulunduğu 30’a yakın uluslararası festivalde yarıştı. Saraybosna’da 2015 Avrupa film ödüllerine aday gösterildi, 27.İstanbul ve 26.Kartaca film festivalinde en iyi kısa film ödüllerini aldı. Filmin festival süreci devam ediyor. Önümüzdeki ay Akbank FF, Los Angeles Türk Filmleri Festivali ve IFVA’da (Hong Kong) yer alacak.

 

Türkiye’de kısa film sektörü üzerine neler söylemek istersiniz?

Böyle bir sektörün varlığından söz etmek ne yazık ki mümkün değil. Kültür Bakanlığı dışında bir destek mekanizması yok. Küçük fonlar çok yeni ve nitelikli bir film yapmaya yetecek miktarda destek verebilmekten uzak. Önemli ulusal film festivalleri kısa filmler için istikrarlı bir bakış açısı sergilemekten aciz, siyasal otoriteye güdümlü bir pozisyonda. Bir takım belediye, sivil toplum kuruluşu ve benzeri organizasyonun kendi dünya görüşünü onaylatmak adına düzenlediği tematik yarışma ve etkinlikler ciddiyetten uzak. Tv kanalları ve web siteleri filmleri satın almak için girişimde bulunmuyor. Bu saydığım faktörler, nitelikli kısa filmlerin sayısının çok düşük kalmasına sebep oluyor.

 

Filmlerin izleyiciyle buluşma sürecine dair neler söylemek istersiniz?

Yukarıda belirttiğim gibi, kısa film yapım sürecine dair destek mekanizmasındaki organizasyon ve bilgi eksikliği, hem ortaya çıkan ürünlerin kalitesini aşağı çekiyor hem de kısa filme özel bir ilgi geliştirmemiş izleyici kitlesini festivallere çekebilmek hususundaki malum başarısızlığa zemin hazırlıyor.

 

Bundan sonraki projelerinizden bahseder misiniz?

Leopar isimli bir uzun metraj projesi üzerine çalışıyorum. Soyu tükenmekte olan insanlara ve temel çelişkilerine dair bir hikâye olacak.

 

Röportaj: Nergiz Karadaş

Ağustos 2010’da yayın hayatına başlayan aylık sinema dergisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir