Filmekimi 2022 Günlükleri #2

Filmekimi maratonun yarısını geride bırakırken günlüğümün ikincisinde dört film paylaşacağım. İşte o filmler:

L’innocent (Masum)

Filmekimi seçkisinde izlediğim dördüncü film, ünlü Fransız oyuncu Louis Garrel’in yönetip başrolünde yer aldığı L’innocent (Masum). Garrel’in 20 yıl kadar hapishanelerde tiyatro atölyeler yapan ve orada evlenen annesinden esinlenerek tasarladığı; sözleriyle “Bu hikâyenin çıkış noktası, annemin gerçek hikâyesi. Annem hapishanede evlendi, ben de üvey babamla gayet iyi anlaştım ve böylece hiç bilmediğim bir dünyanın kapıları bana açılmış oldu” açıkladığı film, sıcacık bir Fransız komedisinin yaşatması gereken tüm duyguları cömert bir şekilde veriyor. Ritmini bir an olsun kaybetmeyen senaryosunu her biri birer tipleme olan karakterleriyle süsleyen film, aksiyon ve komedinin tetiklediği farklı duygularla yaşattığı hisle tüm sıkıntıları salonun dışında bırakmaya yardımcı oluyor. Romantik bir kara komediden alınacak tüm tadı Fransız usulü bir sunumla seyircisinin önüne sunan Garrel, damakta bıraktığı lezzeti son dakikasına dek korumayı başarıyor. Garrel ve Noémie Merlant arasındaki gizli romantizm ve mükemmel uyum ise hikayeyi taşıyıp seviye atlatıyor.

6/10

R.M.N.

Filmekimi bitmeden favorilerim arasında üst sıraya yazdığım işlerden biri, en son 2016 yılında Bacalaureat filmini izlediğimiz Romen yönetmen Cristian Mungiu’nun yeni uzun metrajı olen ve adını bir tür tıbbi ileri teşhis yöntemi olan nükleer manyetik rezonansın Romence kısaltmasından alan R.M.N.. Gerilimi tırmandırmayı iyi bilen usta sinemacı Mungiu’nin bu kez Romanya’nın en batı eyaleti Transilvanya’da küçük bir köyde patlak veren sosyal bölünmeyle ortaya çıkan kışkırtıcı duyguların izinden giderek röntgenini çektiği filmi, Romen sinemasının kendine özgü tadını her dakikasında veriyor. Gelenekler ve kültürel kodları sekteye uğratma tehlikesi olarak görülen yabancı çalışanlar üzerinden göçmen karşıtlığı meselesinin içini deşerek tüm zehri akıtan anlatım, toplumun her bireyinin kendi çıkarları için büründüğü bencilliği de tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Gerilimi yavaş yavaş tırmandıran anlatımını, taş gibi bir senaryo ve muhteşem bir sinematografi ile tamamlayan film, katman katman açılan hikayesiyle Romen toplumunun DNA’sına inerek günümüz güncel problemlerine ışık tutup seyircisini köyün bir ferdi haline getiriyor.

7/10

Les amandiers (Tiyatro Okulu)

Fransız filmleriyle dolan Filmekimi izleme listemin diğer bir üyesi ise deneyimli oyuncu Valeria Bruni Tedeschi’nin yönettiği Les amandiers (Tiyatro Okulu). Patrice Chéreau yönetimindeki meşhur Les Amandiers tiyatro okuluna kabul edilen bir grup Fransız gencinin yaşamlarının tam ortasına 80’lerin ortasından bir bakış atan film, dönemin enerjisini tiyatroya tutkun gençlerin heyecanıyla kenetliyor. Oyunculuğun tam olarak ne olduğunu her bir gencin idealleri, hayalleri ve amaçları etrafında sorduğu sorularla cevap bulmaya çalışan yönetmen, hayatına yön verecek her bir karakterin hikayesinin altını doldurarak senaryosunu sağlam temeller üzerine kuruyor. Filmin ikinci yarısında dahil olan Louis Garrel’in ağırlığını koyduğu sahneler ise hikayenin merkezine oturarak adeta bir orkestra şefi gibi karakterler arasındaki uyumu sağlayıp boşlukları birer birer dolduruyor.

6,5/10

The Woman King (Kadın Kral)

Bu yazımda yer alan son film ise 2020 yapımı aksiyon filmi The Old Guard ile büyük ilgi toplayan Gina Prince-Bythewood’un yeni uzun metrajı olan ve başrolünde Viola Davis’in yer aldığı The Woman King (Kadın Kral). Tamamen kadın savaşçılardan oluşan bir ordu gibi ilgi çeken bir fikirle yola çıkmasına karşın gişe sineması kodlarıyla örülü klişe ve Yeşilçamvari bir senaryoya sahip film, silkinerek ağır temposunu üzerinden bir türlüatamıyor. Her ne kadar gerçek olaylardan esinlense de yoğun duygusunu çok az sahne dışında seyirciye geçirmede donuk kalan hikaye; etkileyici açılış sahnesi, kas ve dayanıklılığı öne çıkaran savaş sahnelerinin yanı sıra Viola Davis’in baskın oyunculuğuyla defolarını kapatıyor.

5,5/10

Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle.

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir