“Benim İçin Üzülme”

Kadın cinayetleri dün olduğu gibi bugün de bir fiziksel ve psikolojik şiddet eylemi olarak toplumun kanayan yarası halinde mevcudiyetini sürdürmektedir. Toplumsal zeminde bu büyük yaraya dair çok daha fazla farkındalık oluşturmak adına film dünyamızda doğrudan bu konuyu işleyen yapımlar kadar dolaylı da olsa bu konuya yer veren yapımlar da vücuda getirilmiştir. Geçtiğimiz günlerde, müzik dünyamızın tanınan isimlerinden Bergen’in yakın tarihin büyük bir kara lekesi olarak sonlanan yaşamını anlatan Bergen adlı film vizyondaki yerini aldı. Farah Zeynep Abdullah ile Erdal Beşikçiğlu’nun başrollerde yer aldığı filme güncel durum itibariyle izleyici tarafından olağanüstü bir ilgi gösterildi ve gösterilmeye devam ediliyor. Filmin ilk üç günlük gişe verileri, Müslüm Gürses’in yaşamını anlatan 2018 tarihli Müslüm filminin önüne geçti.

Filmde Bergen’in ışık tutulan hayatı, annesi ile birlikte Mersin’den ayrılması ile başlıyor. Babasının annesine ihaneti ile başlayan bu yolculuk, Bergen’in hayatının dönüm noktası. İçinde sakladığı baba özleminin yaşattığı sevgisizlik hissi, babasının tüm ihmallerine rağmen dinmiyor. Filmin, Bergen’i trajedilerle dolu bir yaşama sürükleyen ilk olay olarak bu ihaneti öncelemesi, toplumdaki pek çok sağlıksız olayın ailede yaşanan travmalarla şekillenmeye başladığını göstermesi bakımından önemli. Bununla birlikte, sonraki dönemlerde alınan bazı kararların, filmde anlatılan trajedinin derinleşmesinde etkili ve belirleyici olduğu da söylenebilir. Ankara’da annesi ile kurduğu yaşamın yoklukla örülü olması, Bergen’in sevgi arayışını daha da artırıyor ve ilgi dolu suretlerin ardına gizlenmiş sayısız art niyet ile yüz yüze geliyor. Biyografik filmlerde, yaşantının tümüne ayrıntı ile girilmesi olanaklı değil. Haliyle, ister istemez çok daha dikkat çekici dönemlere odaklanmak makul olmakta. Bergen’in filmin ilk yarısında sadece yokluk ve sevgisizlik ile ifade edilen trajedilerine ikinci yarıda şiddet de ekleniyor.

Filmin en büyük artıları, başroldeki her iki ismin de izleyiciyi etkileyecek yüksek performansa sahip olmaları. Farah Zeynep Abdullah, Bergen karakterinde filmin başından sonuna kadar gerçekleşen değişimleri gerek mental gerekse de fiziksel olarak başarı ile yansıtıyor. Erdal Beşikçioğlu, film içerisinde son derece isabetli bir karar olarak adı anılmayan şahsı dehşet dolu bir ruh hali ile canlandırıyor. Psikolojik şiddetin perdedeki ürkütücü varlığının belirdiği her an izleyici tarafından hissediliyor. Filmin en büyük handikapı ise Bergen karakterinin müzikal sesi. Bergen’in gerçek yaşamdaki karakteristik sesi ile örtüşemeyen oyuncu sesi, melodilerin etkisinin izleyiciye yansımasında engel teşkil ediyor. Bu birikmişliğin verdiği hissiyatla olsa gerek, filmin final anlarında Bergen’in gerçek sesini duyanlarda yaşanan duygusal patlamanın etkisi de yüksek oluyor.

Filmin sanat yönetimi, anlatılan dönemin ruhunu yansıtması açısından kronik problemler içeriyor. Steril sokaklar, steril mekanlarla, ana karakterin içinde bulunduğu trajediye ve bazı yerlerde de döneme aykırı bir ortam kurgulandıkça dönem/mekân uyumu bozuluyor. Sinemamızın en kronik problemlerinden olan müziğin limitsiz kullanımı Bergen filminde de mevcut. Yerli yersiz kullanılan müziğin, sinemanın bir sanat olarak gücüne indirdiği darbe yerine, filmi hayati damarlarından besleyen muazzam bir kaynak haline getirilmemesi konusunda sinema dünyamızın göstermiş olduğu inadı anlamak pek güç. Arabesk şarkıcıların, 70’lerde ve 80’lerde başrolde yer aldığı filmlerin birer video klip tadında olması durumu, şarkıcıların kendi hayat hikayelerini anlatan filmlerde de absürt bir realite olarak yer alıyor.

Filmin finali, filmin diğer bölümlerinde yaşanan trajedinin en konsantre ve de en yürek yakan kısmı. Bergen’in şahsının anlatıldığı, o final anlarının varlığında hissediliyor gerçek manada. Filmde tasvir edilen o büyülü ortamların boyası tam da o anlarda akmaya başlıyor ve yağmur suları altında toprağa karışıyor.

Seslendirdiği şarkılarla hayat hikayesi gerçek manada örtüşen ender isimlerden olan Bergen’i anlatan Bergen filminin, gerçek yaşamda olup da filme yansıtılmayan bazı kesitler, kurgusal ve teknik konular bakımından artıları veya eksileri üzerine sayısız argüman bulunabilir. Fakat film şimdiden, şiddet mağduru tüm kadınların Bergen nezdindeki ortak çığlığı olarak sinema tarihimizdeki yerini aldı. Acı dolu bir dünyanın varlığını, sevenlerinin duygu aleminde hissettirdiği gibi bu yazının girizgahına da yazdıran Bergen şarkılarının sözleri gibi.

1986 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden 2008 yılında mezun oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli film atölyeleri ve akademi çalışmalarına katıldı. Çeşitli kurumsal firmalarda sürdürdüğü profesyonel iş yaşantısı ile birlikte 2012 yılından bu yana Film Arası Dergisi’nde film kritikleri ve çeşitli sinemasal araştırmalar yazmaktadır. Aralık 2013 döneminden itibaren derginin Yayın Kurulu Üyesi’dir. İngilizce bilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir