‘Aceleye Gelmeden, Getirmeden Üretmeyi Seviyorum’

Bu ayın başında büyük bir heyecanla yola koyulduğum Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinde ilk ay geride kaldı. Bugün sizlerle dördüncüsünü buluşturacağım ve merak uyandıran bir röportajı hep birlikte okuma şansı bulacağız. Geçtiğimiz haftanın ardından bu hafta da sıcak bir yaz mevsiminde geçen hikayeye sahip bir filmle devam edeceğiz. İlk ayın son röportajında yönetmeniyle birlikte üzerine konuşacağımız kısa film, yaz tatilini anneannesinin yazlığında geçiren 15 yaşındaki Ferah’ın hikayesine odaklanan filmi Mamaville olacak.  

Bu haftanın röportajında daha yakından tanıyacağımız isimse 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Kısa Metraj Film Yarışması’nda En İyi Kısa Film ile 21. İzmir Kısa Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ve En İyi Görüntü Yönetmeni (Meryem Yavuz) ödüllerine layık görülen Mamaville filminin yönetmeni ve aynı zamanda senaristi olan Irmak Karasu olacak. Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Irmak Karasu?

Film, video, performans sanatı mecralarında üreten bir sanatçıyım. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Sinema ve Televizyon ile Psikoloji bölümlerinden sırasıyla 2014 ve 2015 yıllarında mezun oldum. Yüksek lisansımı The School of The Art Institute of Chicago’nun Film Video ve Yeni Medya Bölümü’nde yaptım. Burslarını kazandığım kurumlar arasında Houston Güzel Sanatlar Müzesi Core Konuk Sanatçı Programı, James Nelson Raymond Vakfı, Mithat Alam Eğitim Vakfı ve SAIC Yeni Sanatçı Derneği yer alıyor. Yaptığım işler 66. Uluslararası Oberhausen Kısa Film Festivali, 26. Saraybosna Film Festivali, 28. Helsinki Uluslararası Film Festivali, 34. İstanbul Film Festivali, 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali, 14. !f Istanbul Uluslararası Bağımsız Film Festivali, santralistanbul Modern Sanat Müzesi, MING Modern Sanat Müzesi, EXPOCHICAGO Sanat Fuarı, Houston Güzel Sanatlar Müzesi Glassell Sanat okulu dahil olmak üzere çeşitli film festivalleri ve grup sergilerinin seçkilerinde yer aldı.

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyon süreci ne kadar sürede tamamlandı?

Bütün bu süreçlerin toplamı aşağı yukarı iki seneyi aşan bir sürece yayıldı. Bu bir kısa film için uzun bir süre gibi gelebilir ama sanırım ben aceleye gelmeden, getirmeden, sindire sindire üretmeyi seviyorum ve tercih ediyorum. Sonuçtan çok sürecin kendisini daha değerli buluyorum.

Filmin hikayesinin çıkış noktası yaşadığınız bir olaya mı dayalı yoksa tamamen kurgusal mı?

Filmin hikayesinin benim kişisel olarak deneyimlediğim belirli bir olaydan değil ama daha geniş anlamda içinden geçtiğim şeyleri anlamlandırmaya yönelik bir yerden çıktığı kesin. Farklı jenerasyonlardan kadınların bir yandan kendi alanlarını sürekli maruz kaldıkları sınır ihlalleri ve şiddetten korumaya çalışırken; öte yandan o alanlara sıkışmışlıktan muzdarip olup oralardan dışarılara taşabilmek, oraların sınırlarını genişletebilmek ve kendilerine daha fazla alan açabilmek üzere mücadeleleri filmin iskeletini oluşturan temel şey. Bunlar muhakkak ki hem çok kişisel hem de toplumsal dertler. Bütün kadınların farklı ölçülerde de olsa deneyimlediği ve gündelik hayat sıradanlığı içerisinde sürekli verdikleri mücadeleler.

Üniversite okuduğunuz Psikoloji bölümü filmlerinizin senaryosunu yazarken ve karakterleri oluştururken ne tür faydalar sağlıyor?

Psikanalitik kuram ile uzun yıllardır haşır neşirim. Sadece senaryo yazarken değil hayatın hemen hemen her alanında önemli bir zemin oluşturuyor benim için. İnsanların etraflarındaki (canlı veya cansız) şeylerle temaslarına dair ufak, sıradan ve gündelik detayları izlemeyi, dinlemeyi, takip etmeyi ve bu detayları birbirine bağlayarak karakterler yaratmayı seviyorum. İşlerimin büyük bir kısmı böyle ortaya çıkıyor aslında. Adım adım ufak detaylar üzerinden karakterler yaratmaya çalışmak, bir terapistin danışanının ona sunduğu ilk bakışta birbirleriyle bağlantılı gibi gözükmeyebilen birtakım detaylara kulak vererek birbirine bağlamasına çok benziyor bence.

Filminizin ismi ilk okunduğunda/duyulduğunda kulağa biraz garip gelebiliyor. Bu ismi neye göre belirlediniz?

Mamaville’in senaryosunu Amerika’da yaşadığım bir dönemde yazdım. Fikirler yavaş yavaş çoğalıp çalışma stüdyomun duvarlarını doldurmaya başladığında neredeyse hiç düşünmeden bir kağıda “Mamaville” yazdım ve duvarıma iliştirdim. Sanırım o dönem biraz içgüdüsel bir yerden ne İngilizce ne Türkçe bir isim vermek iyi gelmişti. Hep geçici bir isim olduğunu sonrasında Türkçe bir isim bulmanın daha anlamlı olacağını düşündüm ama “Mamaville” isim olarak kalmak konusunda çok ısrarcı oldu.

Sinemamızda çekilen uzun veya kısa metraj filmlerde cinselliğini keşfeden karakterlere neredeyse hiç rastlamıyoruz. Filminiz bir kısa metraj olmasına rağmen bu konunun üstüne eğilmeyi başarıyor. Senaryoyu yazarken bu konuyla ilgili tereddütleriniz oldu mu?

Hayır hiç olmadı. Cinsellik hayatın her alanında, her anında, her yaşında, her türlü ilişkilenme halinde çok güçlü bir şekilde var. Üzerine daha çok ve daha büyük bir açıklıkla konuşmamız, düşünmemiz, üretmemiz gereken bir mesele. Kişisel paydada, toplumsal paydada arzulara, aşklara, hazlara daha çok alan gerek.

Başroldeki Ferah ve anneannesi film boyunca çok az konuşuyorlar fakat aralarındaki fikir farklılıkları ile kuşak çatışmasını o sessizlikten dahi rahatlıkla çıkarabiliyoruz. Ele aldığınız meseleyi olabildiğince az diyalogla anlatmak çekim sürecinde zorluk yaşattı mı?

Ben insanların söylediklerinden çok söylemedikleri ya da söyleyemediklerine eğilmeyi, oralardan, o anlardan bir şeyler yaratmayı, kurmayı çok seviyorum. Beden dili, temas, temas etme biçimlerinde saklı detaylar ağızdan çıkabilecek bir iki cümleden çok daha zengin ve güçlü bana kalırsa. Bir de ben çok rahat konuşabilen, konuşarak kendini ifade edebilen biri değilim, o yüzden de sessizlikler üzerinden hikaye kurmak daha kolayıma geliyor sanırım.

Filminizdeki mekan kullanımları da bir hayli başarılı. Yazın sıcak günlerinde deniz kıyısındaki bir yerleşim yerine götürüyor seyirciyi adeta filmi izlerken. Mekan seçiminizi neye göre yaptınız?

Filmi, Çanakkale’nin küçük bir sahil kasabası olan Geyikli’de çektik. Geyikli benim için çok özel bir yer. Büyürken hemen hemen bütün yaz tatillerimi orada geçirdim. Yani çok iyi tanıdığım ve filme ilham olmuş bir yer. Geyikli olmasa Mamaville de olmazdı yani.

Filmde dış ses olarak televizyondaki evlilik programının sesini neredeyse çoğu sahnede arka planda duyuyoruz. Dış sesi bu derece öne çıkarmak bilinçli bir tercih miydi?

Evet tabii. Evlilik programları sesinin evde yayılarak kurduğu bir tahakküm var. Oradaki o eril dil sadece anneannenin arzularına sızmıyor Ferah’ın da arzularına sızıyor. Aynı zamanda arka planda sürekli dönen bu sesler bu iki kadının sadece mekanlarını değil aynı zamanda iç dünyaları ve arzularını da iç içe geçiriyor, birleştiriyor.

Filminiz Antalya’da En İyi Kısa Film ödülünü kazandı. Bu nasıl bir duygu ve filmin önümüzdeki süreçte festival yolculuğu hakkında bilgi alabilir miyiz?

Bu zor dönemde filmimizi seyirci ile paylaşabilmek, birlikte izleyebilmek ilaç gibi geldi. Zira online festivaller korkunç bir boşluk hissi yaratıyor bende ama sanırım bu filmin festival yolculuğu denk geldiği dönem itibariyle ağırlıklı olarak online devam edecek. Ödül çok sevindirdi tabi, görülmüş ve takdir edilmiş olmak çok şahane bir his.

Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?

Dünya’nın çeşitli yerlerinde, Türkiye dışında da ne yazık ki, kısa filmleri bir sıçrama tahtasından ibaret hatta çoluk çocuk işleri olarak nitelendiren çok bağnaz bir zihniyet var. Ana akım film festivalleri bugün hala uzun metraj kurmaca filmlere hemen hemen her dalda (ses, müzik, sinematografi, oyunculuk, kurgu gibi…) ödüller verirken, kısa filmler ve belgesellere sadece en iyi film ve ikinci en iyi film ödülleri layık görülüyor. Kısa filmler, belgeseller ve uzun metrajlar aynı salonlarda aynı perdelerde değil ayrı ayrı mekanlarda gösteriliyor. Ödül törenleri kısa film ödüllerini anons ederek başlıyor, en iyi uzun metraj film dalında ödül alan film ile bitiyor. Tüm bunlar bu hiyerarşik yapıya dair yeterince şey söylüyor.

İlerleyen yıllarda uzun metraj film çekme düşünceniz de var mı?

Olabilir tabii, neden olmasın.

Son olarak üzerinde çalıştığınız başka kısa film projeleri varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?

Seve seve paylaşmak isterdim ama yeni projeler henüz sadece epey dağınık fikirlerden ve kavramlardan ibaret.

 

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir