Nil Kural: “Festivallerdeki O Aidiyet Hissini Uçan Süpürge İçin Kurmaya Gayret Ediyorum”

26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali dopdolu bir programla 31 Mayıs-07 Haziran 2023 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilecek. 26 yıldır kadınların hikâyelerini seyirciyle buluşturan festivali, program direktörü Nil Kural ile konuştuk.

Nasıl sinema yazarı oldu, matematik eğitimi hayatta ne işine yaradı, kapısı sokağa açılan sinemaların hayatındaki yeri ne, Ankara izleyicisi nasıl, festival direktörü olmak ne demek, filmleri hangi kriterlere göre seçiyor, gönüllüler festivale nasıl katkı sağlıyor ve bu sene bizi neler bekliyor gibi soruların cevabı aşağıda.

Keyifli okumalar.

Öncelikle tanımayanlar için Nil Kural kimdir sorusuyla başlayalım. Üsküdar Amerikan Lisesi’nin ardından İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bitirdiğinizi biliyoruz. Hangi bölümü tamamlandınız ve sinema sevgisi sizi ne zaman esir aldı? Kısa süreli Empire macerasının ardından Milliyet ve Milliyet Sanat’a 13 yılınızı verdiniz. Şimdi de Uçan Süpürge Vakfı’nın Kadın Filmleri Festivali’nin program direktörüsünüz. Her yerde kolayca bulunabilen bu bilgiler dışında da Nil Kural kimdir, neler yapar, karakterinin onu bu spesifik festivalle buluşturma süreci nasıl gelişti?

İTÜ’de Elektrik Mühendisliği okurken parçası olduğum sinema kulübü sinema alanında bir meslek edinmemin başlangıcı oldu. Çocukluktan itibaren müzik ve edebiyat, hayatımda ön plandaydı, asıl ilgi alanımdı. Sinema kulübünde sinemayla da daha yakından ilgilenmeye başlayınca beni bugüne getiren yol açıldı diyebilirim. 2004-2005 yıllarında “Ben sinema üzerine yazacağım” diye heves edince, yola devam etmek mümkündü: Çok yayın vardı, gazetelerde birden fazla kadrolu sinema yazarı çalışırdı, dergi kadroları kalabalıktı. Sonra yıllar geçti gitti. Milliyet’ten sonra festivallerde çalışma fikri bana daha uygundu. Zaten uzun yıllar festival takip edince ilgim tamamen daha keşif niteliğindeki ve daha ilginç filmlere kaymıştı, bir Marvel filmi daha yazacak gücüm kalmamıştı. Pandemi de yeni yeni bitiyordu. Salonda filmlerle, yönetmenlerle, izleyicilerle bir arada olmak; bir şehrin kültür hayatına bu şekilde ilişmek iyi geldi. Sorunun başına bağlayayım: Uzun yıllar boyunca matematik okuduğuma hayıflanırdım ama şimdilerde festival çizelgesi yaparken veya festival işlerini sıraya koymaya çalışırken, kıymetini geç de olsa anladım.

Twitter profilinizde Emek Sineması direnişinden bir kare görüyoruz. Uçan Süpürge de Ankara’nın kapısı sokağa açılan sinemalarından Büyülü Fener’de düzenleniyor. Emek Sineması başta olmak üzere, sinema kültürü edinmenin salonlarla ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kendilerine özgü kişilikleri olan sinema salonlarından daha fazla önem verdiğim şey az. Sinemada film izlemek; o fuayeyi, o rengi atmış mermeri görmek, yılların kokusunu almak, mekânın kendi ruhunu hissetmek, izlediğimiz filmden ayrı değil. O hafızanın ayakta kalması çok önemli. Emek yıkılmasın diye gazeteci ve kişisel olarak çok uğraştım, yıkılınca yaşadığım kayıp hissini hâlâ atlatabildiğimi söyleyemem, sorumlularını da asla affetmeyeceğim. O yüzden dediğiniz fotoğrafı değiştirmeye elim gitmiyor.

Filme gitmek bir ritüel. Evden otobüse yürünen yol, kahve alınan yer nasıl önemliyse, bağımsız ve bir geçmişi olan bir salona girmek de o ritüele dâhil. Ben zincir bir sinemada birbirleriyle konuşan izleyicilere rastlamam ama aynı bağımsız sinemayı sevmek, izleyicisi olmak siz ile diğer izleyici arasında diyalog yaratır. Sinemanın kolektif izleme deneyimini pekiştirir. O diğer izleyiciyle özel tercihler sonucunda aynı anda o filmdesinizdir. Bu da sinema kültürü edinmenin büyük bir parçası bana göre.

Ticari gösterimler çoğunlukla terk edilmişken, sinemaseverler iki uca savruldu: Festivaller ve dijital platformlar. Geldiğimiz noktada festivaller dolup taşıyor, herkes en az bir dijital platforma üye ama vizyon gösterimlerinin hâli içler acısı. Siz festival izleyicilerinin film tüketme alışkanlıklarını ve hatta Ankaralı izleyiciyi bu düzenekte nereye konumlandırıyorsunuz?

Yukarıda söylediklerime bağlı aslında. İzleyiciler olarak filmleri birlikte paylaşmaya ihtiyaç duyuyoruz. Jia Zhangke’nin pandeminin başında yazdığı şu cümleler değerli: “Umarım bir an önce salonlara döneriz, birlikte omuz omuza otururuz. Ki bu insanlığın en güzel edimidir”. Bence festivaller, sinemanın birlikte büyüyen bir deneyim olduğu fikrindekilerle dolup taşıyor. Sinemacıların da filmlerini sunması, soru cevaplar, özellikle de küçük festivallerde fuayede veya dışarıda o sohbeti sürdürmek film izleme deneyimini büyütüyor, bizi bir topluluğun parçası yapıyor. Vizyon sanırım o deneyimi sunamıyor. Bunda krizin etkisi olduğunu da yadsımamalıyız. İzleyicinin filmlere ayırabildiği bütçede, daha özel bir deneyim olan festivallerin tercih edildiğini de düşünüyorum.

Ankaralı izleyici özelinde ise şunu söyleyebilirim: Sinemayla derinlemesine bir ilişki kuran, saygılı, yönetmenlere müthiş sorular ileten; tanımaktan çok memnun olduğum bir izleyici. Geçen yıl hayran kaldığım Ankara izleyicisine layık bir program hazırlayabilmek benim için büyük sorumluluk.

Geçtiğimiz yıl Uçan Süpürge’nin her anında canla başla çalıştığınıza bizzat şahit oldum. Kapıda bilet soranlara yardım etmekten tutalım da festival konuklarıyla düzenlenen söyleşilerde moderatörlüğe, çevirmenliğe kadar yetebildiğiniz her işe koştunuz. Festival direktörü ne iş yapar ve siz bu noktada aynı ya da farklı neler yapıyorsunuz merak ediyorum.

Festival direktörü, bir festivalin o yılki çerçevesini çizen kişi denilebilir. Ama benim için işin en önemli kısmı, yukarıda anlattığım diyalog ve aidiyeti festival sürecinde ayakta tutabilmek. 22 yaşında gittiğim Karlovy Vary’den beridir bir festivale aidiyetin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Programdaki filmlere güvenmek, sinemayla ilgili düzgün tartışma ortamı olacağını bilmek, soru sorulabilecek güvenli bir platformda hissetmek, sinemaya benzer şekilde bakan insanlarla omuz omuza oturmak… Açıkçası bu ikinci yılım, neyi aynı neyi farklı yaptığımı bilmiyorum ama en sevdiğim festivallerdeki o aidiyet hissini Uçan Süpürge için kurmaya gayret ediyorum.

Festival için filmleri seçerken kadın yönetmen filmi olmaları dışında hangi kriterlere dikkat ediyorsunuz? Süreç nasıl işliyor? Yurt dışı festivalleri gezip keşif mi yapıyorsunuz yoksa belli bir başvuru sisteminiz mi var?

Yaratıcı bir dili olan, dünyadaki farklı eğilimleri temsil eden filmler olmasına dikkat ediyorum. Gidebildiğim festivallere gidiyorum, merak ettiğim ve gidemediğim festivallerde kadın sinemacıların listesini çıkarıyorum. Tek tek kopya istiyoruz veya programcıların kurtarıcısı olan Festival Scope’dan izliyorum. Özellikle Türkiye için başvuru açıyoruz. Bütün yılı program üzerinde çalışarak geçiriyorum diyebilirim. Şayet o gün festivalde göstermek isteyeceğim bir filme denk gelirsem birkaç günüm daha iyi geçiyor.

Kadın yönetmenlerin film üretimi, erkek egemen endüstri nedeniyle ne yazık ki daha sınırlı. Seçeneklerin nispeten azlığı sizi programı oluştururken nasıl yönlendiriyor?

Seçeneklerin azlığı doğru ama nitelikle ters orantılı. Kadın sinemacılar daha zor olan fırsatları yakaladıklarında daha yaratıcı, daha ilginç filmler ve hikâyeler ortaya çıkarıyorlar. Özellikle belgesellerde büyük bir zenginlik söz konusu. Festival iki salonda olacaktı, hiçbir filmden vazgeçemediğim için son iki güne üçüncü salonu açtık. Bir yerde durmam gerekmese, seçkiyi gözümü kırpmadan daha da genişletirdim. Karşıma o kadar heyecan verici filmler çıktı ki.

Festivalin web sitesinde 19 kişilik bir ekip görsek de çalışmalarınızda gönüllerin desteğinin önemli bir yer tuttuğunu da biliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Gönüllüler festivalin işleyişinin önemli bir parçası. Eski festivallerde gönüllü olmuş birçok kişiyle sinema sektöründe zamanla yollarınız kesişiyor. Onların desteğinin hakkını ödeyemeyiz, umarım bir festivalin parçası olmak onlar için de zenginleştirici bir deneyim oluyordur.

Son olarak, bu yıl festivalde bizleri nelerin beklediğiyle ilgili bir şeyler söyler misiniz?

Festivalde 9 bölümde 64 film izleyiciyle buluşacak. Ayna Ayna’nın yanı sıra Belmin Söylemez’in kısa ve orta metrajlarına yer verdiğimiz Belmin Söylemez: Şehirde Kâinatı Aramak benim için çok önemli. Türkiye’de çekilmiş en eleştirel, en mizahi ve en yaratıcı filmlerden bir kısmının bu retrospektifte olduğunu düşünüyorum. Sinema dilleri veya temalarına yaklaşımlarından ötürü Oyunbozanlardediğimiz yeni bir bölüm var. Jeanne Dielman’dan 2022 San Sebastian’ı kazanan Dünyanın Kralları’na birçok ilginç film var. Belgesellere özellikle dikkat edilmesini öneririm.

Hadi gelin, Ankara’da muhteşem bir festival deneyimi yaşayalım. Festivalin biletlerine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

1983 yılında, mutlu bir aileye doğdu. 15 yaşında sinema salonlarıyla tanışıp, bazı filmlere âşık oldu. “Ben de yaparım” zannederek, -o zamanki algısıyla- senaryo yazmaya ve her sene doğum günü gelmeden bir uzun metraj tamamlamaya başladı. “Yapan” olmanın kendisi için o kadar da kolay olmayacağını anladığındaysa bu büyülü dünyadan kopmamak için, filmler hakkında “yazan” olmaya karar verdi. Geçen yıllar içinde istemeden de olsa tıp hekimi olup 12 yıl çalıştıktan sonra mesleği bıraktı. 15 yıllık sinema yazarlığı süresince Altyazı Sinema Dergisi, Filmlerim.com, Öteki Sinema, Blogum Dergisi, Haftalık Sinema Antrakt Gazetesi ve Film Arası Dergisi’nde yazıları yayımlandı ve Ters Ninja sitesinin genel yayın yönetmeni oldu. Yaklaşık 2,5 yıldır da her perşembe yayınladığı, ülkenin ilk dijital platform bülteni Bu Hafta Ne İzlesem? sayesinde tutkusuna bağlı kalmayı sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir