Rüya ile Hayat Arasında: 8 Saniye

“Güneşin Samanyolu Galaksisi içerisinde bir tam dönüşü 255 milyon dünya yılına denk geliyor. Dolayısıyla güneşin perspektifinden dünyaya baktığımızda, 70-80 yıllık bir insan ömrü, aşağı yukarı 8 saniye. Peki insanlar hayatlarının 8 saniye, yani yanıp sönen bir ışık kadar olduğunun farkında olsalardı bu hayatı nasıl yaşarlardı? Bu kadar kavga gürültüyle mi, bu kadar kinle, nefretle, hırçınlıkla mı yoksa bu hayatın değerini bilerek mi?”

Yönetmen Ömer Faruk Sorak filmin ismine bu şekilde açıklık getirirken, bizim filmde izleyeceğimiz ömür 70-80 yıl değil, doğum ile başlayıp 30’lu yaşlara kadar gelen bir süreç. Almanya doğumlu Esra İnal’ın gerçek yaşam hikâyesini yine kendi performansından izliyoruz. Rüya sahneleri Mardin, Tuz Gölü, İstanbul’da çekilirken Esra’nın gerçek yaşamına ait sahneler ise Berlin ve Meksika’da çekilir.

Doğum, çocukluk, gençlik, evlilik ve tüm bunların içinde devinen rüyalar. Filmin temel referansı rüyalarının peşinden giden genç kızın arada sıkışıp kalma öyküsü. Daha çocukluğunda okul sıralarında bellidir sıradan insanlar gibi hayat sürmeyeceği. Diğer çocuklar sıralarında otururken o sıranın üstüne çıkarak yapar dersini. Haylazlıktan öte farklı bir karakter oluşumunun yansımalarıdır bunlar. Almanya’da yaşayan ailenin son kızı Esra ablalarının ve anne-babasının gözde çocuğudur ve bu ilerleyen yaşlarına rağmen de hiç değişmez. Verdiği kararlar, kurduğu ilişkiler, seçtiği hayat ne hikmetse eniştesinden başka kimse tarafından tepki çekmez. Hayat ile barışık ve kendinden emin adımlarla ilerlerken kimsenin sözünü dinlemese de rüyaları fazlasıyla hayatına müdahale etmektedir. Kimi zaman yol gösterici kimi zamanda kendinden şüphe ettirici rüyalar Esra’yı öyle bir eşiğe getirecektir ki onu atlatmak da yine gördüğü rüyaların izini sürmekle olacaktır.

Her ne kadar gerçek hayat öyküsü izlesek de zaman zaman inandırıcılığını kaybeden ve eksik görülen yerler senaryoda kendini belli eder. Anne babanın fazla hoşgörüsü karşısında eniştenin abartılı baskıcı yönü sakil kalır, evlenmeye karar verdiği adamı istemeyen aile ya da düğün günü kızının yanına gelip vazgeçebileceğini söyleyen babanın bu kararına dair izleyici bilgilendirilmez. Nasıl olduysa ailesinden ayrılıp ablasının yanında yaşamaya başlaması ve eniştesinin baskılarına dayanamaması gibi görünse de sebep, bu net verilmez. Sonrasında beraber yaşadığı adamla ailesini tanıştırması ve her şeyin yolunda gitmesi ise bir iki sahnede namaz kılan babanın dindar yönü ile çelişir.

Benim Hayatım Benim Kararlarım

Kendini özel hissetmek tek bir insan tekine mahsus değil her insanın hissedebileceği güçlü bir duygu. Kimileri sıyrılıp öne çıkabilirken birçok hayat da geride kalmaya mahkûm olur. Kısmen birbirinin tekrarı bazen de birbirinden ayrılan yönleriyle yaşanan hayatlar ‘anlatsam roman’ olur repliğiyle birçok ağızdan rahatlıkla dökülür. Ve anlatılan, yazılan, perdeye yansıtılan bu hayatlar artık o andan itibaren tüm özgünlüğünü yitirerek sıradanlaşmaya başlar. Sıradanlığa direnmek adına içinde oluşturduğu güçle yaşamını idame ettirirken başına gelenlerin sahiciliği ve zorlamacı yönü de birbiri içine girer. Kurgusal mı spontane mi ayırmak için hiçbir ölçü yoktur; tıpkı rüyaların mı, uyanıkken yaşananların mı daha gerçek olduğunun bilinemezliği gibi.

Esra İnal’ın yaşadıklarını herkese duyurma kararı kendini özel hissettiren duygunun ağırlığıdır. Kendi kararları eşliğinde dilediğini yaşarken sekteye uğratmaya çalışanları hayatından çıkarması da hiç zor olmaz. Özgürlük anlamında hiç sıkıntısının olmaması ve başına ne geliyorsa kendi iradesi ile gelmesi izlediğimiz öykünün dram tarafını hafifletir.

Etrafına olabildiğince kör kalırken yönlendiricisini kendi içinde arar. Rüyaları ile girdiği uhrevi yolculuk, dünyasındaki yolculuğun öncülü gibi onu bir yerlere sürükler ve içindeki sese kulak vererek gittiği yerlerde aradığını bulur.

8 Saniye, Almanya- Türkiye ortak yapımı, oyuncuların daha çok Almanya’da yaşayan veya orada yaşamış kişilerden seçildiği bir film. İç mekânın ağırlıkta olduğu filmin rüya sahneleri uhrevi duyguyu iyi bir şekilde yansıtırken, senaryoda ‘sıkıştırılmış’ duygusunu verecek kadar hızlı akan bir hayat hikâye izleriz.

Zehra Ayçiçek: 1980 İstanbul doğumluyum. Sarıyer İmam-Hatip lisesinden 1996’da mezun oldum. Şu an İstanbul Üniversitesi Felsefe (Açıköğretim) son sınıftayım. 2010’da Tarih Kültür derneğinde düzenlenen fotoğrafçılık kursuna, İsmek ve BİSAV’da da Osmanlıca kurslarına katıldım. Bir dönem BİSAV’ın sanat, edebiyat ve sinema seminerlerini takip ettim. Film Arası Dergisi’nin Mart 2014’de Beyoğlu Gençlik Merkezi’nde düzenlediği Sinema okuluna katıldım. Şu an Film Arası Dergisi bünyesinde aktif olarak görev alıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir