Masum Yaşamların Sessiz Çırpınışları

Mikro öyküleriyle makro mesajlara kapı aralayan yapımlar için naif dil önemli bir avantaj. Ayrıca, limit aşımını önemsemeyen mesaj verme kaygısını ve neredeyse her plana metafor sığdırma dürtüsünü bir kenara iterek, izleyicinin kalbine ve ruhuna dokunabilecek türden bir yapımın önündeki boğucu ve yorucu engebeler de asgariye indirgenebilmekte. Hal böyle olunca, hayatın olağan akışı içerisinde alıp başını giden olayları yer yer inişli çıkışlı olsa da az evvel bahsettiğimiz çerçevede minimum hasar ile izleme olanağına erişme fırsatını buluyor izleyici. Film için ise uzun soluklu bir etki gücünü yakalama ışığı doğuyor. Bahsedilen mükemmelliğin kıyılarında dolaşan Güvercin Hırsızları filmi, bu çerçeve içerisinde kendine yer bulan bir yapım.

Yozgat’ta yaşayan Mahmut, kendi rutini içerisinde yaşayıp giden bir ortamda güvercinlere meraklı bir gençtir. En iyi güvercinlere sahip olma kaygısı ile güvercin çalan Mahmut’un kaçan güvercinlerinden bir tanesi küçük İsmail’in yaşadığı evin çatısına konduktan sonra Mahmut ile İsmail arasındaki ilişki başlamış olur. İmkanları kısıtlı bir ortamda Mahmut’u ayakta tutan güvercin merakı, kendisi uzak diyarlara gidemese de en azından o özgürlüğe sahip güvercinleri elde tutarak hayallerini dizginlemek için bir vasıta belki. Zira, çevresinde güvercinlere duyulan ilgi maddi temelli olsa da onun için aslolan güvercinlerdir. İhtiyar babasının sürekli olarak iş bulması için baskıladığı Mahmut için İsmail’i tanımak, özgürlük tutkusunun yanına merhamet duygusunu da arkadaş edecektir.

Öykü işlenirken mutlak iyi ve mutlak kötünün hatları kesin bir çizgi ile çizilmiş değil. Mahmut, çevresindekilerin güvercinlerini çalarak onların umutlarını da ellerinden almış oluyor. Fakat babası tarafından terk edilen İsmail’in öyküye dahil olması ve onun için yaptıklarından sonra hırsızlık durumu arka sıralara itiliyor. Peşin hükümlü nitelemeler için kapıyı sonuna kadar kapatan filmin bu yönü, karşı kutuplar arasındaki o gri bölgede dolanmayı zaruri kılıyor. İçerisinde bulunduğumuz yaşamın kendi dinamikleri de, karakter tanımlamaları için çok yönlü bir tutum sergilenmeden basmakalıp hükümleri geçersiz kılıyor. Yaşları küçük olsa da hayat içerisinde çarçabuk büyümek zorunda kalanların öyküsü, tek pencereli bir tutumun harcı değil elbet.

Finale giden taşların hızlıca döşenmiş olması sebebiyle tutarlı giden akış bir oldubitti ile nihayete eriyor. Filmin kısıtlı süresi ile bağlantılı olan bu durum, filmden alınan tadı kaçırmasa da, konsantrasyonu yüksek izleyici için tatminsiz bir vedaya yol açıyor. Ciddi bir emeği işaret eden kurgu filmin genelinde varlığını hissettirirken, müzik kullanımındaki mesafeli duruş, finalle birlikte yelkenleri koyveriyor. Genç ve çocuk oyuncuların masumiyet temelli yarı amatör duruşları filmin yalın dilini temin etme başarısını beraberinde getiriyor. Osman Nail Doğan’ın ilk uzun metrajlı filmi, rahmetli Ahmet Uluçay’a yapılan ithafla birlikte yönetmenin izleyeceği kariyer çizgisinin köşe taşlarına dair somut mesajlar da veriyor.

Dünya prömiyeri 24. Saraybosna Film Festivali’nde yapılan film, 30. Ankara Film Festivali’nde En İyi Film ödülünün sahibi oldu. İzleyici nezdindeki ödülünün aslan payı ise naif dili.

1986 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden 2008 yılında mezun oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli film atölyeleri ve akademi çalışmalarına katıldı. Çeşitli kurumsal firmalarda sürdürdüğü profesyonel iş yaşantısı ile birlikte 2012 yılından bu yana Film Arası Dergisi’nde film kritikleri ve çeşitli sinemasal araştırmalar yazmaktadır. Aralık 2013 döneminden itibaren derginin Yayın Kurulu Üyesi’dir. İngilizce bilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir