Umut İle Hayat Arasında Bir Film: Yaşamın Kıyısında

Time dergisinin 2016 yılında seçtiği en iyi  on filmden biri olan Yaşamın Kıyısında (Manchester By The Sea) içinde Matt Damon’ında bulunduğu muhteşem bir erkekler grubu tarafından hayata geçirilmiş. Anlat Bakalım  (1999) , New York Çeteleri  (2002) ve Margaret (2011) filmlerinden tanıdığımız yönetmen Kenneth Lonergan’ın dördüncü filmi olan Yaşamın Kıyısında , Lonergan’ın da kariyeriyle ilgili umutsuzluklar yaşadığı bir dönemde yazdığı ve onunda derdine merhem olan bir çalışma olmuş. 2014 yılından beri haberlerini aldığımız Yaşamın Kıyısında’nın  baş rolünde Matt Damon’ın olmasını bekliyorduk ama genç  ve yetenekli oyuncu Casey Affleck’i  seyredince ne kadar doğru bir karar olduğunu anlıyoruz. Matt Damon çok sevdiği bu filmin yapımcı ekibinde yer almış ve desteğini esirgememiş.

Yaşamın Kıyısında yaşanılan tüm acılara ve travmalara rağmen hayata tutunmaya çalışan insanlara umut kaynağı olacak bir film.  Lonergan bir önceki filmi Margaret’te 17 yaşında lise öğrencisi Lisa’nın bir otobüs kazasında ölen bir kadın için kendini suçlamasını ve suçluluk duygusunun hayatının merkezine oturması sürecini konu alıyordu, Yaşamın Kıyısında ana karakterimiz Lee Chandler hayatta yaşanabilecek en büyük acı olan çocuklarının yanarak ölümüne tanıklık etmiş hatta bunun için kendini suçlayan bir baba olarak Lisa’ya çok benzemektedir.

Filmin büyük çoğunluğu adını da aldığı Manchester’da geçmektedir. Film için İngiltere’nin bu kentinden göçen aslen İngiliz asıllı yeni Amerikalıların yaşadığı  kasabasının seçilmesi ilginçtir . İngiltere’de ki Manchester 18.yy ‘dan itibaren dünyada sanayileşmenin motor gücünü oluşturmuştur. Sanayileşme , işçi sınıfı demektir.  İşçi sınıfının etkin mücadele ettiği en önemli merkezlerden biri olan Manchester aynı zamanda kapitalizm ve karşıtı sosyalizm fikrinin doğduğu mekandır. Filmimize konu olan Chandler ailesi orta sınıf bir işçi ailesi olarak betimlenmiştir.

Filmde ilk tanıdığımız  karakter olan Lee, doğup büyüdüğü kentten uzakta , tek başına bir göz odada yaşamaktadır.  Sıhhi tesisatçılık, elektrik işleri ve kapıcılık yaparak hayatını sürdürmeye çalışır. Temiz , düzenli ve güvenilir görüntüsünün altında garip bir rahatsız edicilik taşıyan Lee’nin hayatı, Manchester’daki abisi Joe’nin kalp krizi geçirmesiyle toptan değişecektir. Joe’yi ziyarete gelen Lee  abisinin ölümüyle sarsılır. Esas sorun ise abisinin oğlu Patrick’in velayetini Lee’ye bırakmasıdır.  Lee bırak bir gencin sorumluğunu ,kendisine bile zor yetmektedir. Bir anda kendini Patrick’in vasisi olarak bulur.

Filmin ilerleyen bölümlerinde özel bir kurgu ile sunulan flash back’ler Lee’nin geçmişini gözler önüne sermektedir.  Her orta sınıf Amerikan ailesi gibi iş saatlerinde deli gibi çalışan ,iş çıkışında kendini alkole ve rahata veren bir erkek olan Lee, bir gece sarhoş olup birası kalmadığı için markette gider ama giderken şöminenin kapağını kapatmayı unutur, açık kapaktan düşen alevler ile çıkan yangında çocukları diri diri yanıp ölüler.  Böylesine büyük bir travmayı ne Lee’nin ne de karısı Randi’nin atlatması mümkün değildir. Filmin ilerleyen bölümlerinde anlayacağımız üzere çocukların ölümünden Randi , Lee’yi suçlamış ve ilişkilerinin tamamen kopmasına neden olmuştur.

Lee’nin yeğeni  Patrick’in vasisi olmasıyla birlikte acıyla mücadele etme şekli değişmeye başlar. Lee acıyla tek başına kalıp, içine kapanarak mücadele ederken, Patrick yaşınında verdiği heyecan ile aşk ve cinsel deneyimler yaşayarak hayata tutunmaya çalışmaktadır. Umutsuz , yorgun ve acılı olan amca –yeğen birbirine tutunarak acılarını yenmeye çalışmaktadırlar. Lee yeğenine ve kendine yeni bir hayat kurmaya çalışırken, Patrick ise babasının teknesini hayatta tutabilmek için çabalamaktadır, hatta tekneye yeni bir motor alabilmek için para biriktirmeyi hayatının amacı haline getirmiştir.

Manchester’da  kent denize uzanır ve denizden beslenir. Filmdeki tüm erkekler bu denizin kıyısından geçmiş, çalışmış , denizle doymuş ve seyre dalmıştır. Filmin en büyük açmazı vicdan azabı ve kefaret duygusudur. Filmdeki tüm erkekler kendilerinden kaynaklanmayan bir nedenden dolayı vicdan azabı çekmektedirler. Lee yanarak ölen çocukları için, Patrick bir türlü gömülemeyen ve dondurucuda tutulan babası Joe için, Joe oğlunu tek başına bıraktığı ve işe yaramaz bir kadından çocuk sahibi olduğu için vicdan azabı çekmektedir.  Hepsinin bu azap karşısında kefareti de farklı olur, Lee önce kendini öldürmek ister başaramaz. Sonra tek başına yaşamaya terk eder. Tek başına olursa kimseye zarar veremeyeceğini düşünür. Patrick , dünya zevkleri peşinde koşar ve bir tekneyi yeniden kullanılır hale getirme hayaline kapılır. Joe ise kendisinden sonra hem kardeşinin hem de Patrick’in hayata tutunabilmeleri için ikisini birbirine emanet eder. Bu film için erkek filmi demek çokta yanlış değildir. Senaristinden , yönetmenine, yapım ekibinden , ana karakter dizimine kadar erkek yoğun bir çalışma ekibine sahip olan Yaşamın Kıyısında filminde kadın karakterler yüzeysel, uzak ve çoğu zaman rahatsız edici çizilmişlerdir. Filmin en belirgin iki kadın karakteri Lee’nin eski karısı Randi ve Patrick’in annesi o kadar rahatsız edici karakterlerdir ki, sanki dünyadaki tüm acıları tek başına sırtlanmış imajı yaratırlar. Her ne kadar Randi hatasını anlasa da, filmle de ki kadınlara karşı sempati duymamız olanaksız gibidir. Ancak , bu film için kadın düşmanı demekte abartı olacaktır. Acılarıyla boğuşan, kendini yeniden var etmeye çalışan kadın karakterler ,içlerindeki acıyı sevimsizleştirerek filme yansıtmışlardır.

Film aslında erkekliğin ağır yükünü sorgulatan bir yana sahiptir.  Filmdeki tüm erkekler sürüne sürüne erkek olmanın kapısını aralamaya çalışmaktadırlar. Düşen , kalkan , acı çeken ve her şeye rağmen yaşamaya devam etmeye çalışan erkek karakterler bedeni yakan imgenin acı egemenliğiyle hayatlarına devam etmektedirler. Yolları ayrılsa da Lee ve Patrick eskisi gibi değildirler. Acıdan geçmeyen herkesin biraz eksik olduğu şu dünyada acılarıyla gerçekten insan olmuşlardır.

Yaşamın Kıyısında, ölüm acıyla baş edebilmenin yollarını ararken; o kadar yalın , sade ve şık bir dil kuruyor ki. İncelikli  diyalogları, mükemmel oyunculuklar ve akışkan kurgusuyla görsel bir şölene davet ediyor. 138 dakikalık uzunluğuna rağmen seyirciyi hiç sıkmayan, bittiğinde boğasınızda acı bir yumru  bırakan film kuşkusuz senin en iyi yapımlarından. Ülkemizde 3 Şubat’ta vizyona giren Yaşamın Kıyısında ‘yı Oscar ödülleri döneminde oldukça çok konuşacağız. Umut ile hayat arasında bir film arıyorsanız tam size göre bir film bizden söylemesi…

PAYLAŞ

Milenyuma 18 yıl kala güzel bir bahar gününde Dersaadet’te doğdum. Çocukluk yıllarım eski Nişantaşı’da meyve ağaçları ve çiçeklerin arasında geçti. İlkokul eğitimimi de burada tamamladım. Ortaokulla başlamamla birlikte Beyoğlu’nu keşfettim. Okulum Tünel’deydi. 1990’ların ilk yarısıydı, İstiklal caddesi trafiğe yeni kapatılmıştı, insanların İstiklal caddesine halen şık gelmeye çalıştığı zamanlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir